Ye kürküm ye !
Akşehir’in beyleri ahaliden bazılarını yemeğe davet etmişler. Hoca davete günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin, ne sefa getirdin diyen var. Salonda da kenarda bir yer vermişler. Bakmış herkes allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyor, bu böyle olmayacak diyerek bir koşu evine gitmiş, sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoş geldin bile demeyenler, bu kez önünde yerlere kadar eğilmişler. Hoca’yı, yere göğe sığdıramayıp başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes Hoca’nın yemeğe başlamasını bekliyormuş. Hoca, bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir taraftan da “Ye kürküm ye, ye kürküm ye!” demeye başlamış.
– İlahi Hoca, demişler, kürkün yemek yediğini kim görmüş?
Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş:
– Kürksüz adamdan sayılmadık… İtibarı o gördü, yemeği de o yesin.
Vakti zamanında develer, atlar, kıyafetler vardı sadece. Altını, akçesi çok olanı giyiminden, kervanının uzunluğundan tanırdı herkes. Zengin tacirler halktan farklı ve pahalı giyilir, pazarda yürürken dahi önünde yollar açılırdı. O zaman öyleydi.
Şimdi o hastalıklı itibar şekil değiştirdi, gelişti, daha da azdı. Artık pahalı kıyafetler ithal, moda, markalıyla yer değiştirdi. Pahalı olması yetmez oldu yani. Bu da yetmedi, yarım milyarlık kol saatleri, yabancı lüks arabalar, timsah derisinden çantalar, ipek gömlekler aldı yerini. Derken pırlanta kolyeler, helikopterler, yatlar girdi devreye. Halkla araları açıldıkça açıldı. İtibar da gemi sayısıyla, pırlanta takıların göz kamaştırıcılığıyla, parfümün kalıcılığıyla belirlenir oldu. Etek boyları kısaldı, dekolteler arttı, topuklar yükseldikçe yükseldi. Zavallı vahşi hayvanların derileri kürk oldu, manto oldu bu sükse sevdalılarına. Ama onlarda suç yoktu. Baktılar ki itibar pahalı kıyafetlere, yaşam tarzına, onlar da azdıkça azdılar, paraları savurdukça sükseye daldılar… halk ise hala diplerde ekmek derdinde kaldı.
Zenginin gücünden korktu halklar, cakasından, çevresinden, makamından… korkak oldu. Yalakalık yerini korkuya, yağcılığa bıraktı zaman zaman.
Çakarlı arabalarla, kartvizitlerle, metres sayılarıyla, devletten alınan ihale sayılarıyla, parti kanalından tanıdıklarla itibarlar da güçler de arttı. Güç o hale geldi ki kontrolsüzleşti. Kendisini kemirmeye başladı. Lakin halk için itibar artarak devam etti bu insanlara.
Kimse adalete, doğruluğa, sadeliğe, iyiliğe bakmadı, kimse kalkınmaya katkısına, iş üretmesine, istihdam yaratmasına bakmadı. Sahtekar vurguncular da bu boşluktan yararlanıp vurdu halkı sırtından.
Halk parası olanı adam yerine koydu, adam mıdır diye bakmadan!
Kıyafetler, arabalar, takılar, çantalar baş köşeye kondu yemek masalarında. Pırlantası daha çok olan kadınlar en güzel masalara oturtuldu, derneklere başkan yapıldı, altın kaplamalı ödüllerle mükafatlandırıldı.
Helikopterle gelen adamlar İtalyan ipeği takım elbiseleriyle, milyarlık kol saatleriyle kendi sınıflarını oluştururken, kendi aralarında dahi sıralama yaptılar servet biriktirme yarışında.
Halk uzaktan, ekranlardan izledi onları. Güçlerini, yapabileceklerini gördü. Korktu ama yaranmaya çalıştı bir taraftan da.
Anadolu’nun bir köyünden gelmişti oysa o adamlar, o kadınlar Trakya’da bir çiftçi ana babanın kızıydı. Bizden biriydi yani. Üzerlerinde o pahalı kıyafetler olmasa boş çuval gibiydiler. Bizdendiler ama bizden tek farkları paralarıydı. Ve biz o paralarından korktuk, paralarına imrendik, paralarıyla yaşadıkları hayatlara özendik.
İtibar bu devirde de malesef elbiseye, takıya, ayakkabıya oldu. Berberleri, kuaförleri bile bizden farklı bu insanlara el pençe durdukça biz, onlar kibirle daha fazla büyüdüler. Biz ezildik, küçüldük, onlar devleşti gözümüzde.
Onlar kürkleriyle en güzel kısmını yerken tavuğun, bizlere kemiği, boynu, poposu kaldı.
Çünkü bizler bunu hak ettik, bu sonu kendi ellerimizle hazırladık.
benden demesi.