Üç tarafı balıksız ülke
Üç tarafımız deniz. Kilometrelerce sahile, ayrıca sayısız göl ve akarsulara sahibiz. Bu sular su ürünleri yetiştirmeye de gayet müsait cennet lokasyonlar. Ama balık temininse sıkıntı yaşıyor, cehaletle balık nesillerini neredeyse tüketiyoruz. Derin sulardan gelen geçiş balıklarına muhtacız, kendi sularımızda düzgün bir üretme politikası yaratamıyoruz. Balık konusunda diğer Akdeniz ülkelerine kıyasla sınıfta kalıyoruz desek yeridir. Doğal balık temin edemeyince de çiftlik balıklarına mahkum oluyoruz ve balıktan alacağımız besin değerleri de düşüyor böylece. Tedbir almak yerine aynen yağmalamaya devam ediyoruz.
Oysa bunca sahil ve sulu mezra varken tüm Ortadoğu ve Avrupa’yı balık yönünden destekleyecek kapasitede olmamız lazımdı. Devletin imkanlarının üretime, yasa çıkarmaya, tedbir ve denetlemeye daha fazla yönelmesi gerek. Bu bir gerçek ama olmuyor. Alt kademelerde bazı kodamanlar balıkçılığı adeta tekeline almış, dev trol gemileriyle dip taraması yapıp yavruları da, yuvaları da, habitatı da talan ediyor bir gemi dolusu balık için. Daha körfeze girmeden ağlar atıp balıkları yakalıyorlar ticari kazanç açlıklarıyla. Balıklar koylara girip yayılamıyor. Dev radarlarıyla tüm şehrin balıkçılarının hakkını gasp ediyorlar.
Ağ atanlar mesela . Sahillere yaklaşmaları yasakken cirit atıyorlar. Yasak yerlerde tekneler zincir gibi sıralanıyor. Ben bunu ayağına sıkmak diye tarif ediyorum. Çünkü yasak yer ve zamanda atılan her ağ balıkçılığın gelecek rızıklarını kökten dinamitliyor.
Gerçek dinamit atan sayısız soysuz var yasak olmasına rağmen. Balık yakalayamadıkları gibi o mezranın on yıllık habitatını da talan ediyorlar. Cezalar hafif olduğu için de yakalanmaktan korkmuyorlar.
Teknolojiyi, bilimi, uydu teknolojisini bu anlamda uygun kullanmıyor, su ürünlerine bilimsel yaklaşmıyor, düzeltici tedbir alamıyoruz. Yani balıkçıların insafına terk etmiş durumdayız balık popülasyonunun kaderini.
Balık hali mafyası (!) mesela. Balık cins ve bedelini, miktarını, her şeyini onlar tekellerine almış vaziyette. Yüksek karlar elde ediyorlar.
Çiftlik sahipleri ne kadar bilimsel çalışıyor bilemiyorum. Yurt dışına ne kadar ihracat yapıyorlar resmi bir açıklama yok kaynaklarda.
Lakin biliyorum ki o balık nesilleri çocuklarımızın bize emaneti. Onların balıklarını öldürüyor, yok ediyor, talan ediyoruz.
Oysa yasak avlanmayla ilgili tedbir almak çok kolay, balık popülasyonunu mesela iki ay değil bir yıl avlanma yasağı getirerek (balıkçıların maddi kaybını devlet olarak ödemek şartıyla) artırmak çok kolay. Kıyıya yakın yerlere, doğal habitatlara ağ atılmasını önlemek için deniz tabanına demir kazıklı betonlar yerleştirmek devlet için çok kolay.
Hurda veya HEK tekne ve gemileri, hatta arabaları ayıklamayı müteakip denize atarak balıklara güvenli ve doğal üreme alanları oluşturmak çok kolay.
Balık yumurtaları üretmek, bunları kontrollü ve bilimsel olarak denize salmak çok kolay.
Balık hem besin hem ekonomi hem milli servettir. Şu an bunu mahvediyoruz.
Benden demesi.
Bir olta tutkunu olarak diyebilirim ki Ege sahillerinde çok değil beş yıl önce günlük on beş balık yakalanabilirken bugün bu sayı (istisnalar hariç) üç dördü geçmiyor. Malesef çoğu da çiftlik kaçkını balıklar.
Diğer yandan sularımızda yaşayan balık çeşitlerine de zulmediyoruz plastik atıklarımızla, kimyasal boşaltımlarımızla. Kanalizasyonları saymıyorum çünkü o doğal atıklar pis koksa da sonuçta doğal. Ama kimyasal zehirler o koyu tamamen yok ediyor.
Hapis ve para cezaları düşük olduğu için yasadışı avlananlar cesaret buluyor.
Yani eğitim, tedbir ve denetleme şart. Uzun vadeli düşünmek zorunlu.
Bence.
NOT: başlıktaki resmimiz ne kadar iç açıcı değil mi? Ama üzgünüm o kare yabancı ülkelerin sularında çekilmiş. Yurdumuzda böyle kareler yazık ki çok nadir.