Türk Milletinin aziz sınavı
“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mutlu olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin saadeti ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.” Mustafa Kemal Atatürk
Savaşıyor, bombalanıyor diye hiç ülkemize kaçan Azeri Türk’ü gördünüz mü? Göremezsiniz! Çünkü savaşmak bir sanattır ve o sanat sadece Türk Irkında vardır. Dahası namertlik, Türk’ün şanlı tarihinde yoktur. Dini akideniz zayıfsa vatan aşkınız sözden ibaret, vatana aşık değilseniz inancınız yalandır. Heba olan hayatların bahtsızlığı şuradadır ki ‘vur patlasın, çal oynasın’ yaşanmış hayatların umutlu bir beklentisi olmayacağından heyecan ve rengi de olmayacaktır. Servete boğulmuş ama infaka yanaşmayan cimri hayatlar için, duygular ve inançlar sıfır değerinde olacağından, Batı dünyası örneğindeki gibi yaşam ruhsuz, motivasyonsuz, tatminsiz bir saat doldurma telaşından ibaret kalacaktır.
Sevgilere, merhamet ve paylaşıma yabancı bu hayatların renksiz dünyası mutluluğu getirmekten uzak, avuntulardan ibaret olacaktır. Bu hayatta sevgi ve mutluluğu, merhamet ve vicdanı söküp alırsanız geriye kalacak tek şey ruhsuz bir hayattır. Yaşam sevgi ve merhamet harcı ile yoğrulamazsa harçsız duvar gibi ömürsüz olur. Onlar için en nadide ziyafet sofraları bile tatsız, en lüks arabalar bile zevksiz olmaya mecburdur. Çünkü hiçbir maddi kazanım veya kabiliyet, içsel, vicdani tatminlerin verdiği hazzı yaşatamaz ki en yüce tatmin maneviyattır, Allah ve vatan aşkıdır. Sadece Allah veya sadece vatan aşkı da yetmez çünkü bu durumda dünya ve ahiret dengesi sağlanamamış olur ki insan bugünü ve yarınıyla, beden ve ruhuyla insandır.
Atatürk’ü solcular anlasaydı; eşitlik ve adaleti imanla, vatan aşkıyla, cesaretle, hizmetle donatırdı. Zulme feryatla yetinen sol, AB örneğiyle demokratlık hevesindeyken Atatürk Cumhuriyeti’nin daha medeni ve insancıl olduğunu anlardı…
Atatürk’ü sağcılar anlayabilseydi; ezan seslerini, namusunu, hürriyetini borçlu olduğu Atatürk’e minnet duyardı. Dualarına Atatürk’ü dahil eder, laikliğin Allah emri olduğunu bilir, sadece Kur’an’a biat ederek, mollaların egemenliğinden sıyrılır, dini yaban otlarından arındırıp, anlaşılır kılan Atatürk’e hayran olurdu.
Kurtuluş umudundan, sınavdan ve yaşamdan dini veya Türklüğü çıkardığımız anda oluşacak boşluk, başkaca şeyler dolmaya mecburdur. Tarih bize öğretmiştir ki büyük itikatsızlık ve itimatsızlıkların sonu felaket veya hüsrandır. Çünkü beşeri yaşamın milliyetçiliği ve maneviyatın inanç boyutu sınırlar dışına çıktığı anda sapık ideoloji veya zalim diktalar hasıl olmakta, inançsızlık veya milliyetsizlikleri manipüle edebilen kişiler topluma kahretmektedir.
Herkese yalvarıyorum. Ne olur tarihinize çalışın ve Atatürk etrafında birleşin. Çünkü O’nun çizdiği kurtuluş yolundan başka kurtuluş yolu yok! (Turgut Özakman)
Türk’ün mesuliyeti üç başlıdır, ezelidir, mukaddestir; kendisine karşı, mazlumlara karşı, Hakk’a yani tevhide karşı.
Kendisine karşı mesuliyeti doğru ve çalışkan olmak, tarih ve kültüre sahip çıkarken, dili de, yaşamı da güzelleştirmek, mert ve namuslu vaziyette iman ve İslam’la yücelmek, ahlakı da yüceltmektir.
Mazlumlara karşı mesuliyeti; bu güzel hasletlere sahip olarak, zulme direnerek, doğruluk örneği sergileyerek, din ve yaşamı ortak paydada buluşturarak, laik ve medeni yaşayarak, aklı hayata, dini kalbe mihmandar ederek yücelmek ve rehberlik, kılavuzluk etmektir.
Hakk’a karşı mesuliyet ise verilen tüm kabiliyetlerin hakkını vermek, mesuliyeti yerine getirmek, cihana İslam olmanın hürmetini tanıtmaktır, tevhidin doğrusunu örnek yaşayarak ilan etmek, Türk ve İslam burçlarını ölmeyi göze alarak muhafaza ve müdafaa etmektir.
Buradan da hareketle;
Türk’ün sınavı; Tek ve muktedir Allah’a sonsuz ve içten bağlı olarak, Türklüğün kültür ve tarihsel değerlerine bağlı, yüksek inanç ve ahlak çizgisinde, bilimin rehberliğinde, tam bağımsız, mazlumdan yana ve zulme düşman olarak yaşamak, aklı hayata ışık etmek, yerli ve milli olmak, yurdu imar ederken tabiat ve mahlukata sevgi ve şefkatle yanaşmak, sağlıklı, hür, donanımlı gençler yetiştirmek, mert, doğru ve çalışkan olarak maneviyat ve varlığına, Cumhuriyet ve öz değerlerine düşman unsurlarla mücadele etmek, şehit kanıyla sulanmış bu aziz vatanı zulme çiğnetmemek, Allah’ın yeryüzü orduları olarak ezelden ve kaderden gelen mesuliyetle Yahudileşmeden, yozlaşmadan, Araplaşmadan, yobazlaşmadan yaşamak, muhtaç ve mazlumlara şefkat eli uzatmak, hak ve adaletle yönetmek, ehil ve layık bir hayat yaşamak, Atatürk ilkeleri ile iman esaslarını birlikte yaşatmak, bir ve beraber olarak oyuna gelmemek, dünya ve coğrafyada dengeleri tesis ve muhafaza etmek, oyuna gelmemek, kanmamak, namus ve erdemle insan haklarına saygılı olmak, merhamet ve vicdanı terk etmemek, umudu yitirmemek, güçlü olmak ve milli-yeterli üretim yapmak, barışı savunurken güçlü ordu bulundurmak, komşu ülkelerle dost olmak, millî eğitim ile geleceği şekillendirmek, sağlıklı kalmak ve halk sağlığını korumak, Mustafa Kemal Atatürk ve Hz. Peygamber izinde vatan aşkıyla tutuşarak, dünyaya denge, ulusa güven ve huzur, insanlığa örnek ve lider olmak mesuliyetidir.
Milli cephe kavramı Atatürk’ündür ki düşmanla savaşmaya başlamadan evvel, önce iç cephede bir ve beraber olmayı ifade eder. Dış düşmanı yenmek kolaydır. Lakin içte yer alan münafık ve hainleri temizlemek güçtür. Ulu önder bu güçlük nedeniyledir ki düşmandan önce bu içteki işbirlikçilerle mücadele etmiş, 1919-1922 arası üç yıl bu Milli Cephe’yi tesise çalışmıştır. Türklük sınavı da evvela bu milli cepheyi tesisle başlamalıdır.
Daha bizler Türk ve İslam olmakla övünmezken, mesuliyetimizi bilemezken, hangi küfrü ıslah edip, hangi küresel zorluğu, nasıl aşabiliriz? Bundan 250 yıl geriye giderseniz Amerikalı, 900 yıl geriye giderseniz Rus bulamazsınız. 1200 yıl geride İngiliz, 1700 yıl geride Alman yoktur. Ama insanlık tarihinde ne kadar geriye giderseniz gidin… Türk vardır!
Alman asıllı Ortadoğu uzmanı Kurt Ziemke 1930 yılında yazdığı ‘Yeni Türkiye’ (Die Neue Türkei) kitabında şöyle diyordu; ‘Kemalizm, sömürgeciliğimizin önün en büyük tehlikedir. Bu tehlikeyi bertaraf edebilmemiz için Kemalizm’in dinsizlik olduğu fikrini yaymalıyız ve muhafazakar Türkleri ve Kürtleri Mustafa Kemal’e düşman etmeliyiz’ diye yazmıştı. ‘İngilizler, Musul’da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere destek verirken bir yandan da Kemalist akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere başvurmuşlardır. (…) Yapılması gereken Kemalist Cumhuriyet’in hem din düşmanı hem de Kürt düşmanı olduğu temasını ortaya atıp işlemektir.’
Türk, haklılığını ve haklarını savunmak için sahte sosyal hesaplara, yalanlara, dolanlara, dalaverelere ihtiyaç duymaz. Yalan, iftira ve sahtecilik Türk karşıtlarının mayasıdır. Türk’ün tek kalkanı “GERÇEK”tir. Türklüğe ihanet eden o sapık ahlaksızlar Türk değiller korkmayın, çünkü Türk öyle şeyler yapmaz. Türk’ün ahlakı bozulmaz. Onlar bizden olmadığı için de üzülmeye gerek yoktur. Keza o dini paraya değişenler de Müslüman olamaz.
Dolayısıyla onlar için de üzülmek yersizdir. Gerçek Müslüman asla zulmetmez, tecavüz etmez, çalmaz, öldürmez, gasp etmez, hak yemez, adaletsizlik yapmaz. Türklüğü; kendini Türk hisseden deyip yumuşatmayın, Türklüğün şartlarını yerine getirebilecek herkes Türk’tür deyin… Ezdirmeyin, çakallara maske yapmayın.
‘Osmanlı, geliştirdiği göç politikasıyla Anadolu’da asırlar boyu biriktirilen Türk nüfusunu itinayla dağıtmıştır. Yerlerine Yahudi ve Ermeniler taşınmıştır. Osmanlı’nın batışını incelediğinizde artık devletin nazırlardan Galata bankerlerine kadar hemen hepsi gayri Türklerdendir. Osmanlı; Ermeni’yi, Yunanı, Yahudi’yi, Kürdü, Arap’ı baş köşeye oturtup saraya nazır yapar, ticareti onlara teslim ederken, gariban Türk o cepheden o cepheye savaşır, şehit düşerdi. Bu böyle büyük bir dramdır ki gün geldi insan kaynağı tükendi.’ (Prof. Dr. İlber Ortaylı)
Dost, ahbap kavramları yabancı dillerin pek azında vardır. Tıpkı gönül, gurbet, evlat, sevda kelimeleri gibi. Türk kahvesi kültürüyle de kan kardeş olan dost kavramı, sosyal yaşamda kulun cevherini parlatan, özünü ortaya çıkartan kıymetli bir etkendir. Bunun tam tersi de olabilir ki arkadaş sanılan birisi insanı en kötü hale sokabilir. Dost ise zor anlarda bizle üzülen, sevinçte bizimle gülendir, candır, candandır. Sınav beraber yürüyeceğimiz dostları iyi seçebilmektir.
Türk milletine balık vermek en kötü şeydir. Doğru olan balık tutmayı öğretmektir. Çağdaş yaşam ve medeni milletler seviyesi; şeytani teknoloji ve sistemlere teslim olup, onlar gibi davranmak değildir. Aksine milli benlik, tarih ve kültürünü terk etmeden, yerli üretimle elde edilmiş aydınlık yarınlar, bilimsel ve akla uygun çözümler, inançlı ama laik kabullerdir. Teknoloji ve bilimin kıymet ve itibarı; gerçekliğine, akla uygunluğuna, faydalı oluşuna, iyi maksatlarla yola çıkışına, yaşama olumlu katma değer sağlayışına, milli oluşuna bağlıdır. Şeffaflığı, para getiriciliği ve ispat edilebilirliğinden de önce mutlaklığı mühimdir.
Yaşamın sırlarını çözmede en büyük yardımcımız olan bilim, sosyal ve beşeri hayatın tamamına tesir eden mahiyetiyle insanlık yararına olmak zorundadır. Zararlı, kötü ve acı sonuçlar getiren, kan döken, üç beş kişiye hitap eden, doğala düşman olan, şeytanı ardına alan her türden bilim, bilim dahi değildir, sonuçsuz icatlardır, zulmün silahlarıdır.
“Sen Türk olduğunu unutsan da düşmanın asla unutmaz!” (Ebulfez Elçibey)
Türkiye’de herkes ülkücüdür, olmalıdır. Herkes ülkücü doğar. Çünkü Türk olmak ülkü sahibi olmayı gerektirir ve Türk’ün ülküsü, bu Milletin asırlardır süregelen ülküsüdür. Dolayısıyla ülkücülük bir siyasete araç edilemez. Bir şey yok gibi davranır veya rahatsız olduğunuz halde sessizce korkup saklanırsanız 11 Nazi’den birisi siz olursunuz. Alman atasözünde denildiği gibi, “masada bir nazi ve sessiz on Alman varsa… masada 11 Nazi var demektir.”
Biat ve şura (demokrasi ve seçim) Allah emri, laiklik İslam emri, adalet Kur’an emri, şeffaflık ve samimiyet iman gereğidir. Tamamı Allah’ın hükmündeki bu vasıflardan yoksun olan kişi ve toplumların tevhide hizmet etmesi mümkün değildir. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının bayraktarlığını bir avuç din istismarcısı sapkın azgın azınlık yapıyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni bu istismarcı sapıklara teslim etmeyeceğiz. Türk halkı, Atatürk’ün ve kurduğu laik Cumhuriyet’in önemini her geçen gün daha iyi anlayacaktır. Hala Türklük ve İslam’ın kader birliğini anlamamış olanlar için bir kez daha tekrar edelim…
Türkiye Cumhuriyeti, israiliyata ve arabizme teslim olan Ortadoğu’dan, dünyanın geri kalan Müslümanlarından farklıdır çünkü laiktir. Laiklik ise dini vicdanlarda yaşamak, devleti akıl ve bilim rehberliğinde yüceltmektir. Ortadoğu ülkeleri laik olamadıkları gibi demokratik de olamadıklarından tek kişilik yönetimlere ve üretemediklerinden sadece petrole bağımlı kalmış, tümü emperyalist-kapitalist Batı ülkelerinin boyunduruğuna girmiştir. Türkiye, sağcı – solcu savaşlarıyla uzun yıllar kaybetse de o anlarda bile vatan aşkından ve bağımsızlıktan vazgeçmediği için, dinin doğrusunu ve saf olanını yaşamaya inatla devam ettiği için, dine tek kaynak Kur’an’ı gördüğü için tüm bu salvolardan az hasarla kurtulabilmiştir.
Lakin yakın zaman, şeytanın pusulasının Türkiye olduğu yıllardır ki Kurtuluş Savaşı ve İnkılaplar ile tarih boyu hiç almadıkları bir yenilgi alan şeytanlar, yüz sene kaybetmekle kalmamış, mazlum devletler uyandıkça kandırmak için daha fazla emek harcamak durumunda kalmışlardır. Türk insanı küresel kıskaçtan (Sevr) vatan ve Allah aşkıyla kurtulurken, saltanat ve hilafeti tarihe defnederken çağdaş ve laik bir Cumhuriyet yaratmakla, İslam üstüne oynanan oyunları da bozmuştur.
Şayet Sakarya ve Dumlupınar kazanılmamış olsaydı bugün dünyada duru İslam’dan söz etmek mümkün olmayacaktı. Bu nedenle siyonizmin 20 ve 21 nci yüzyılda baş düşmanı (silah ve taktikleri sıkça değişse de) Türklük ve İslam’dır. Çünkü dünya maneviyatının son kutsal kalesi ve tek dini İslam yıkılırsa şeytan düğün edecek, lakin Türklük durdukça buna muvaffak olamayacaktır. Bu sebeple Türklük de İslam’la birlikte hedefe oturtulmuştur.
Dahası Türklük, merhamet ve vicdan sesi olarak insanlığın zulme feryadıdır. Alparslan, Cengiz Han, Yavuz, Kanuni parlak zaferlerini devletlerinin yükselme devrinde kazandılar. Atatürk ise yenilmiş, yıkılmış bir devlette, mahvolmuş bir orduyu mahrumiyetler, yoksulluklar içinde yeniden kurarak kesin zafere ulaştırdı. Mustafa Kemal Atatürk davasının siyonizmi en çok rahatsız eden yanı da kötü örnek teşkil etmesidir ki bugün dünyanın en ücra köşelerinde gururla yer alan Atatürk heykel ve sokaklarındaki derin mana bu zulme direnişin sesi olmalarıdır.
Bizdeki inancın yani Anadolu İslam’ının diğer inanışlardan farkı beklentisiz, sade, saf, duru ve temiz olması, laik ortamda hürce ve zorlama olmadan yaşanması, Kur’an’dan mesnet almasıdır. Bu sebeple tahrifi de zor olacaktır. Ancak küresel siyonizm bunu da bilmektedir ve tarihteki başarılı örneklerinden istifade ile yine din adamlarını kullanarak, ileri gelen kimselerle de bunu destekleyerek, kişisel yorum ve algılarla kitlelerde soru işaretleri yaratarak, tefsir ve meal oyunlarıyla ayet manalarını değiştirerek, hurafe ve örfleri dinleştirerek, Hz. Peygambere ve Allah’a yalan söyleterek, hissettirmeden ve zorlamadan, üstelik hiç acele etmeden Anadolu İslam’ına yavaş yavaş sokulmuş ve tahrife bilhassa bu yüzyılda muvaffak olmaya başlamıştır.
En yetkili ağızlardan duymakta olduğumuz siyonist Yahudi geleneklerinin bizlere din diye (caiz veya mübah) sunulması da göstermiştir ki siyonizm bizim inanç kulelerimizi yıkmaya kararlıdır, silahı ve piyonları aynı diğer dinleri yıkmakta kullandığı gibi din ileri gelenleri olacaktır. 1923 yılını esas alırsak ve siyonizmin 2023 yeminini hatırlarsak bu dini bitirme operasyonlarının önümüzdeki üç yılda tamamlama hedeflerini görmek de mümkündür.
Siyonizm, 18 nci yüzyılda çıkmış bir siyasi akım değil, tek gözle başlayan dinler tarihi kadar eski şeytanlaşma andıdır. Bu şeytan dini başta Yahudilik ve Hristiyanlık sonra İslam olmak üzere tüm semavi dinleri tarumar etmek arzusundadır ve başarılı da olmuştur. (Yazık ki şu an Yahudilikte iki, Hristiyanlıkta üç ve İslam’da dört ana mezhep adeta din gibi karşılık bulduğundan Allah’ın dini bugün bile dokuz parçadır.)
Kalan son kale Türk yurdu ve Anadolu İslam’ıdır ki şimdi tüm silahlarıyla bu cephelere saldırmaktadır. Bu saldırı sokaklarda gezinen ateist ve deistler, aşırı yobaz çember sakallılar, uyduruk fetvalar, ahlaksız manşetler, yeni dünya söylemleri, aşı yalanları, katliam ve zulümler, adaletsizlik ve vicdansızlıklar, yakılan ormanlar, dövülen kadınlar, tecavüz edilen çocuklar, öldürülen köpekler vb. olarak karşımıza gün boyu çıkmaktadır. Bu saldırıları sıradan yahut sadece ahlaksızlık olarak görmek, iblisin oyununa gelmektir.
Değişen dünya masalıyla fıtratı değiştirmek andına insanı ortak etmeye çalışan şeytanlar, sabrı ve şükrü yok saydırarak, sayısız modern zaman putu yaratarak, onlarca ilahı gözlerimizin içine sokarak iş başındadır. Yıkmak istedikleri sadece Türkiye Cumhuriyeti olsaydı bunu pekala finans ve savaş yoluyla pekala yapabilecekken ısrarla maneviyata saldırmalarının başlıca iki sebebi; bu inancı yıkmadan Türk’ü esir edemeyeceklerini anlamaları ve Türk’ü esir etmedikçe de İslam’ı bitiremeyeceklerini görmüş olmalarıdır.
Şayet biz bu oyunu görmezsek, münafıklaşan Yahudilerin oyunlarına gelip dinden soğursak ve başımıza gelenleri sadece siyasi manevralardan ibaret sanırsak yanılırız. Bu sahte İslam gösterilerine, şeytani fetvalara ve örneklere kızıp faturayı dine kesersek de şeytanın oyununa gelmiş oluruz. Çünkü bozulan din değil, insandır. Zaman da kötü değildir, kötü olan yine, sadece insandır. Kötü insanların da yaşam ve sınav için varlığı kaçınılmazdır, onlar neden var diye sormak abestir, o kötüler için üzülmeye gerek de yoktur.
İblisin asıl korktuğu amansız silahlar değil, kararlı, milliyetçi ve inançlı insanlardır. Bu erdemdeki insanların muvaffak olacağının örneği ise Türk Kurtuluş Savaşıdır. Tüm cihana dudak ısırtan bu başarı, siyonizmin en büyük korkusudur. Siyonizm çareyi evvela Türklük ve İslam’ın arasını açmakta, yani güç ve inancı birbirinden kopartmakta bulmuş, daha da ileri giderek ikisini birbirine laik-Müslüman safsatasıyla düşman edebilmiştir.
Bunda suç; laik olmakla dinsiz yaşamı anlayanlar ile laikliği dinsizlik olarak gören yobaz ve cahil kitlededir. İnsanlığın ve özellikle yurdumuzun kurtuluşu, İstiklal harbinde ve inkılaplar sürecinde görüldüğü şekilde inanç ve maneviyatı, top ve tüfeğin yanına silah edebilmekte, yani tarih ve kültürden gelen öz değerlerimizi düşmana mermi yapabilmektedir. Milli mücadelede askerlerle din adamlarının cephede ve mecliste yan yana cihad etmesindeki hikmet budur.
Avrupalıların, Arapların ve Farsların, Çinlilerin ‘barbar’ dedikleri tek millet Türklerdir. Dünya çapında bu kadar geniş bir coğrafyada, her daim savaşan ve nefret edilen bir başka millet daha yoktur. Bu sebepledir ki Türkler hep kılıçlarını bileylemişler ve gereğinde kana bulamaktan çekinmemişlerdir. Bu dün böyleydi, bugün de böyledir. Yarın da böyle olacaktır.
Türkleri sevmeyişlerindeki ana etken diş geçirememiş olmaları, halkı Türklere karşı asker yapabilmek ve öncesinde içlerindeki korkuyu giderebilmek için acayip ve yalan katliam hurafeleriyle halkı ‘Türklerin barbar olduğuna’ inandırma gayretleridir. Dünya milletlerinin tarihleri barbarlık ve katliamlarla doludur. Bu milletler gittikleri yerlerde zulmettiği halde, Türkler halklara her daim merhametle yanaşmış, Türkler mazlumlardan yana oldukça ve zulme direndikçe hasımlarının nefreti aynı oranda artmıştır.
Şimdiye kadar yaşanan en büyük barbarlıklar arasında çocuklar dahil fethettikleri yerlerde önce açlıktan sonra barbarlıktan zevkle insan eti bile yiyen haçlı ordularıdır ki kendi komutanları bu zulmü papaya yazdığı mektuplarla teyit eder. (Din adamı / komutan Pierre L’ermite)
Bir diğer önemli husus da Türk ve dünya literatürünün bizlere İslam medeniyetini şırınga ederken, Türk medeniyeti kavramını unutturması, bizim de bunu kabul etmiş olmamızdır. Neden “Türk Kültürü ve Medeniyeti” denmez? Isaac Newton için; “İngiliz fizikçi, matematikçi, Nikola Tesla için ; “Sırp kökenli Amerikalı mucit, fizikçi” Thomas Alva Edison için; “Amerikalı mucit” denilirken, hiç “Hristiyan” mucit denmiyor, milliyeti söyleniyor da… Söz konusu Türkler olunca, Türk yerine İslam Mucitleri, İslam Matematikçileri, İslam Sanatı deniyor. Aynı şeyi müzelerdeki eserlerin açıklamalarında da görürüz. “Hıristiyan eserleri” yoktur ama “İslam eserleri” çoktur… Eski çağlara göre 5 büyük medeniyet sayılır: Çin, Mısır, Yunan, Hint, Mezopotamya. 6. Medeniyet; Türk medeniyetidir. Bu gerçek artık bilimsel olarak kabul edilmektedir. Türk medeniyetinin; kendine has bir yaşam üslubu vardır, doğaya, çevreye, insana bakış açısı vardır, toplumsal hiyerarşisini oluşturmuştur.
Türk’ün aziz sınavı; zengin olmak, makamlara gelmek, ülkeler fethetmek, ganimetler yığmak, enerji kaynaklarına sahip olmak asla değildir. Hatta tüm Türkleri aynı çatı devlet altında toplayarak süper güç olmak da. Türk’ün sınavı; Atatürk’ün fiziki rehberliğinde, Hz. Peygamberin kutsal örnekliğinde, bulunulan yer, şekil ve mahiyette gönülleri fethetmek, Kur’an İslam’ının sancaktarlığını yaparak, tevhidin egemenliğine çalışmak, huzur ve barışı temin ve tesis etmek, Türk’ün onur ve namusunu korumak ve cihana göstermek, mertlik ve erdemi dünyaya öğretmek, zulme direnmek, hakkaniyetli ve adil insanca ve ahlaklı yaşamı temin etmek, şeytanlara ve oyunlarına mani olmaktır.
Küresel şeytanların iki, üç belki dördüncü dalga da hedefi sadece İslam’ı veya Türkü değil, ikisini de, insanlık ve kültür değerleriyle, tarihsel aktarımları ve medeniyetleriyle birlikte yok etmektir. Yani küreselizme direnmek için kendisini Türk veya İslam görenlerin aynı safta olması kaçınılmazdır. Bu saf tutulamazsa ikisi de ayrı ayrı ve daha kolay yutulacaktır. Çünkü bu ayrımı yıllardır tesise çalışan şeytanların muradı; ikisinin bir ve kardeş kalmasına mani olmaktır. Bu da neden Türk ve Müslüman olmak-kalmak gereğinin tümden gelen izahıdır.
Şeytan şeytanlığını, tevhid eri mü’minliğini yapacaktır ki dünya sınavı adil olarak devam etsin. Herkes bir taraf tutmak ve doğru tarafta olmak mecburiyetindedir. İslam camiasının kurtuluşu en kolaydır çünkü Kur’an ve sünnet baş ucumuzdadır, İslam, millet olma bilinci ve bu muazzam coğrafya, en büyük kuvvet çarpanımızdır. Tarih bizlerin şanlı zaferleriyle doludur ve hak dinin yeryüzündeki bu yayıcıları hep Kur’an istikametinde adım atmıştır.
Özetle Türk’ün ezeli mesuliyeti karakteriyle Türk ve inancıyla tevhid eri olmaktır.
Bence.