Toplumsal ve manevi yaramız; iftira ve gıybet
Arapça kökenli “ifk” sözcüğü; bir suçu birine yükleme, iftira anlamına gelir. İslam’ın ve toplumumuzun maalesef kanayan yaralarındandır. Bir sözün iftira olması, gerçek olmayışı anlamına gelir. Kötü zannı, yalanı, hak yemeyi, ve iffeti karalamayı ifade eder.
NOT: Gıybet ise bilinen anlamıyla dedikodudur ve başkası hakkında, kendisi yokken doğru ancak kötülüğünü konuşmayı tarif eder. Gıybet, karşı tarafın işitince üzüleceği bir kusurunu arkasından söylemektir. Mesela, bedeninde, nesebinde, ahlakında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında, hatta elbisesinde, evinde bulunan bir kusur arkasından söylendiği zaman, bunu işitince üzülürse, gıybet olur.
Konunun dini izahına esas teşkil eden Nur suresi 11-21nci ayetlerde anılan Gerdanlık olayı veya İfk (İftira) hâdisesi, Hz. Âişe (r.a.) Validemize münâfıkların reisi Abdullah bin Übeyy tarafından atılan iftira hâdisesidir. Olayın 627 yılının ilk günlerinde Arabistan’da ve Arap Müstalikoğulları kabilesine düzenlenen Müreysi Gazası adlı askeri seferin dönüşünde gerçekleştiği düşünülmektedir. Hz. Peygamberin eşlerinden Hz. Aişe’nin, bir sefer dönüşü sırasında (haşa) genç bir Müslüman asker olan Safvan bin Muattal ile ilişki yaşadığı iftirasını ve sonrasında yaşanan gelişmeleri içerir.
Hz. Aişe’nin aktardığına göre, Hz. Peygamber sefere çıkmadan önce hanımları arasında oklarla kura çektirdi ve sefere katılma şansını Hz. Aişe elde etti. Hz. Aişe sefer esnasında Yemen nazar boncuğundan dizilmiş gerdanlığını takıyordu. Sefer dönüşü ordu, geceyi geçirmek üzere Medine yakınlarında konakladı. Hz. Aişe konaklama yerinde, gerdanlığını kaybettiğini fark etti. Kimseye haber vermeden ordugahtan ayrılarak (veya hacet giderdiği yere giderek) şafak vakti gerdanlığını aramaya gitti. Gerdanlığı buldu ancak geri döndüğünde muhafızları dahil tüm kervan onun devesi üzerindeki tahtırevanında olduğunu sanarak yola çıkmıştı.
Hz. Aişe geri döneceklerini umarak konaklama yerinde beklemeye başladı ve oturduğu yerde uyuyakaldı. Bir süre sonra Ordunun artçı muhafızlarından Safvan bin Muattal güzergâhı üzerinde Hz. Aişe’ye rastladı. İstirca edip (“Biz Allah’ın kullarıyız ve Allah’a döneceğiz” deyip) başka bir söz söylemeden Hz. Aişe’yi kendi devesine bindirdi ve kendisi de yürüyerek kervanla buluştular. Lakin Hz. Aişe’nin kervanda olmayıp genç bir askerle birlikte gelmesi biri (bir münafık adı zikredilse de ilk söyleyenin kim olduğu açık değildir) tarafından ateşlenen iftirayla dedikodulara yol açtı.
İddialar bir süre boyunca Hz. Muhammed, Hz. Aişe ve Hz. Ebu Bekir ailesinin diğer fertlerinin kulağına gitmedi. Bu arada Hz. Aişe rahatsızlandı ve evde istirahat etmeye başladı. Hz. Peygamber iddiaları duyunca eşine soğuk davranmaya başladı ancak Hz. Aişe bu soğukluğun nedenini bilmiyordu. Hz. Peygamber durum aydınlanana kadar eşini babasının evine gönderdi. Hz. Ebu Bekir’in tüm ev halkı üzgündü. Hz. Muhammed izin verene kadar, Hz. Ebu Bekir kızı Hz. Aişe’nin koca evine dönmesine izin vermedi.
Bir müddet sonra Allah’ın ayetleri nazil oldu ve durum aydınlandı. Lakin o ana dek yaklaşık 15 gün boyunca (belki daha fazla) Hz. Peygamber dahi iftiradan etkilendi, durumdan şüphelendi. (Dedikodu ve iftira böylesine korkunç ve lanet bir durumdu.) En yakınındaki birkaç sahabe hariç sahabelerden, hatta Hz. Aişe’nin baba evindekilerden bile bazıları olayın gerçek olabileceğine ihtimal verdiler. İftirayı sözde bir münafık ortaya atmıştı ama yazık ki inanan pek çok sahabe olmuştu.
Bu örnek bize dedikodu ve iftiranın ne illet bir hastalık olduğunu çok güzel anlatır. O iftiracılar kırbaç cezasıyla kurtulmuşlardır ancak ayet gelmese, yahut gecikse idi sonuçları çok daha vahim olacaktı. Olay orada o şekilde kapandı ama iftira illeti, açık ve ayıp arama gafleti, gıybet ve dedikodu pisliği İslam’a tabi toplumlarda asla yok olmadı.
Acı olan şudur ki Hz. Aişe’yi en yakından tanıyanlar dahi (bir kaçı hariç) iftira ile yüreklerine ateş düşürebilmiş, söze şahit arama gereğini bile duymamışlardı.
Nûr Sûresi’nin ilgili ayetleri şöyleydi;
11. Haberiniz olsun ki (Muhammed’in eşine) bu ağır ifki (iftirayı) uyduranlar sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük saymayın; aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan herbir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. (Elebaşlılık yapan, bu yüzden de) bu günahın büyüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.
12. Erkek ve kadın müminlerin, bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da, “bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi?
13. (Bu iddiayı ortaya atanların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler.
14. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, size mutlaka büyük bir azab isabet ederdi.
15. Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur.
16. Onu duyduğunuzda “Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır…” demeli değil miydiniz?
17. Eğer inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp uyarıyor.
18. Ve Allah âyetlerini size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
19. İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, ahirette de acı veren bir azab vardır. (Her şeyi) Allah bilir; siz bilmezsiniz.
20. Ya sizin üstünüze Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı; Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı (haliniz nice olurdu)?
21. Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, şunu bilsin ki o, edepsizlikleri ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse temize çıkmazdı. Fakat Allah, dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.
Şimdi bugüne dönelim ve kendimize bakalım. Çay molalarında dahi, dizilerde dahi, otobüste eve dönerken dahi, komşu ziyaretlerinde dahi dedikodu yapmıyor muyuz? Yalan yanlış öngörü ve tahminlerle haddi aşıp, bilmediğimiz halde kondurmuyor muyuz? Namuslu kadın ve erkeklerin kusur işlediğini öne sürüp, sonunu düşünmeden masumlara ahlaksızlık yakıştırmıyor muyuz?
Dedikodu ve iftira ateşlere razı olmaktır.
Gıybet de, dinen, ölü kardeşinin etini yemektir.
“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıplarını araştırmayın. Birbirinizin arkasından gıybet etmeyin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemeyi ister mi? İşte bakın bundan tiksindiniz. Allah’a saygı duyun. Şüphesiz Allah, tövbeleri kabul eden ve merhamet sahibidir” (Hucurat, 12).
Yapmayın!
İftira atıyoruz, yalan yakıştırıyoruz. Oysa iftira ve iffetli insanları karalamak çok büyük günah.
Bırakın dini vecibeleri toplumsal ahlakımız ve medeni sosyalitemiz bile doğru ve duyarlı olmamızı emrediyor. Kanunlarımız şahitliği ancak görme ve duyma halinde kabul ediyor. Zan ise sadece bizi bağlar. İyi bir insansak zaten kötü zanda bulunmak ve açık-ayıp aramak bize yakışmaz.
Yapıyorsak, toplumu dinamitliyor, ahlak erozyonunu körüklüyor, fitne ve fesat üretiyoruz demektir. Ki bu durumda bizler saygınlığı hak etmeyen, dine riayet etmeyen insanlar oluruz ki üç beş dakikalık hoş sohbette popülerlik kazanmak adına bu yapılacak şey değildir.
O yüzden diyorum ya herkes Kur’an’ı anlayarak, Türkçe mealinden mutlaka okumalı ve dinin tamamını ve doğrusunu ana kaynaktan öğrenmeli.
Yoksa bilmemek mazeret değil, hiç de olmayacak.
Gelin bayan toplantılarında, altın günlerinde güzellikten, sevgiden, kardeşlikten konuşalım. Çekiştirmeyelim. İş rekabetlerinde karalama yapmayalım. Nafaka arayışlarımıza haksız karalamalarla haram kazançlar dahil etmeyelim.
Toplumsal ve manevi yaramız; iftira ve gıybet toplumsal olarak bizleri esir almaya devam ettikçe medeni dünyayla rekabet etme şansımız da her geçen gün azalacak…
Benden demesi.