Şehit olma arzusu imandandır
Şehit (çoğulu; şüheda) kutsal bir ülkü, din veya inanç uğrunda ölen kimsedir. Şehit olma eylemine de “şehadet” adı verilir.
Millet olarak inançlıyız, vatan için ölmeye hazırız, şehit olma arzumuz emsal ülkelerden çok ama çok yüksek. Bizi güçlü ve yenilmez kılan da bu. Lakin bu aziz mertebelerin anlamını hafife almak yahut yanlış değerlendirmek zaafına uğrayan bazı kesimler var. Kasten bu terimleri yumuşatmak yahut sulandırmak, terör örgütleri gibi bazı güdümlü çevrelerde kirli emellerine alet etmek isteyenler dahi var. Bu nedenle doğrusunu ve mahiyetini iyi anlama mecburiyetimiz var.
Kur’an’da “Allah yolunda canını feda edenler” ifadesi kullanılmaktadır. Bunlardan birisi Bakara Suresindeki şu ayettir:
“Allah yolunda canlarını feda edenlere ölüler demeyin, aksine onlar diridirler, fakat siz onların ne şekilde diri olduklarını bilemezsiniz” ayetidir.
Ayrıca Âl’i İmran Suresinin 169. ayetinde:
“Allah katında canlarını seve seve feda edenlere ölüler demeyin. Onlar diridirler ve Rablerinin katında rızıklandırılmaktadırlar” buyrulmaktadır. Yine Allah Teâlâ Âl’i İmran Suresinde şöyle buyuruyor: “Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz bilin ki Allah katından size bir mağfiret ve rahmet vardır ki bu, insanların dünyada topladıkları bütün mal ve mülkten daha hayırlıdır” buyurmaktadır. Yani Allah yolunda canlarını feda edenler bu dünya ve içindekilerden daha hayırlı olan bir şeylere taliptirler.
Yüce Mevla bu şehitlerin ahirette hangi halde olacaklarını da bizlere bildirmektedir. Yüce Mevla şöyle buyurmaktadır: “O şehitler, Allah’ın fazl-ı kereminden ve kendilerine verilenlerden dolayı mutludurlar. Kendilerinin geride bıraktığı silah arkadaşlarını şu şekilde müjdelerler; ‘Bakın biz şehit olduk ve bilin ki burada ne bir korku var, ne de hüzün.”
Tüm bu ayetler de bize gösteriyor ki bu dünya sınavında neticeye şehadet mertebesiyle gitmek sınavı başarmak demek. Bu ise sevindirici bir konu eğer inanıyorsak.
Ayet şöyle buyuruyor:
“Müslümanlar münafıklara dediler ki: siz bizim başımıza bir bela geldiği zaman seviniyorsunuz, ama bilin ki biz bizim başımıza bir bela geldiği zaman şu iki şeyden birini bekleriz sadece. Eğer öldürülürsek cennet bizimdir. Eğer galip gelirsek bize helal olan ganimet bizimdir, kahramanlık duygusunu yaşamak bizimdir, hakimiyet bizimdir. Ama ya siz? Ya bizim elimizde, ya da bu dünyada olmasa bile ahirette Allah’ın azabıyla cezalandırılacaksınız. Hadi bakalım öyleyse siz de bekleyin, biz de bekleyelim, hangimiz haklıymış.”
En veciz ifadesini Hz. Ömer’in dilinden aktaralım: “Şehit, kendisini Allah’a adayan kimsedir.”
Şehitlik, zaten ölümlü olan insanın yüce değerlerin yaşatılması uğruna ve sırf Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla canını Allah’a satmasıdır. Eğer böyle bir alışveriş yaptıysak, canlarımızı ve mallarımızı cennet karşılığında sattıysak bu alışveriş karlı bir alışveriştir ve bundan dolayı sevinmek gerekir. İşte büyük kurtuluş da budur. Bu karlı alışverişin farkında olan müminler tarih boyunca savaş meydanlarına adeta bir gül bahçesine girer gibi girmişler, uğrunda yaşadıkları din, vatan ve namus için şehit olarak Rablerine kavuştukları halde hayatı güzellik ve iyilik uğruna değiştirmek ve yönlendirmek hususunda hala aktif bir unsur olarak yaşamaya devam etmektedirler. Bu da onların, biz fark etmesek de hala hayatta ve aramızda yaşıyor olduklarının en yüce delilidir.
İnsan, eğer inancı uğruna, vatanı uğruna mücadele ederken ölüyorsa gideceği yer inşallah cennetlerdir. Şehit olma arzusuyla yola çıkıp kazanıyorsa da bu dünyada onurla yaşıyor. O halde ya izzetli ve onurlu bir şekilde yaşamaya, ya da cenneti hak edecek bir şekilde bu dünyadan ayrılabilmeye layık yaşamak gerek. Bunları göze alabilen milletler ve topluluklar asla köleleştirilemezler, sömürgelileştirilemezler. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının vatan uğruna canlarını feda edişleri ama mağlup edilemeyişleri buna asil ve kutsal bir örnektir.
Lakin kasıtlı bazı çevreler şehitlik arzusunu gündeminizden çıkarmak için ellerinden geleni yapıyor. Ama eğer bir toprak parçasına vatan diyeceksek uğruna canlar verilmesi gerekiyor. Coğrafyamız bizim kaderimizdir. Bu coğrafyada yaşıyorsak, bu coğrafya bizim kaderimiz ise bu coğrafyanın gereği olan ne varsa yapmak zorundayız. Başka da çaremiz yok.
Peygamberimiz, şehitlerin niyet ve amellerinin farklılığına göre dört kısım olduğunu söylüyor.
1)Sağlam imanı olan bir kişi, düşman ile savaşırken öldürülünceye kadar Allah’ın dinine sadık kalırsa, ihlâsla ve samimiyetle savaşırsa o kimse gerçek şehittir ve hatta Peygamberimizin ifadesiyle cennet ehli O’na gıptayla bakacaktır. Ameli de sahihtir, niyeti de sağlamdır.
2)Düşmanla karşı karşıya gelip serseri bir okun isabet etmesiyle şehit düşen kişi. Bu kimse canını verirken sanki bir ağacın dikeni batmış gibi hafif bir acı hissedecektir. Bu kişi de imanı sağlam, mümin bir kişidir ve cennetliktir. Şehadet ortamında bulunmak, serseri bir kurşunun isabeti sonucu ölmekle sonuçlansa da şehitlik ve cennet için yeterli bir sebeptir.
3)Hayatta salih amellerle birlikte kötülükleri de olan bir kişidir. Düşmanla karşılaştığında öldürülünceye kadar Allah’a sadık kalan Mümin kimse de şehittir.
4)Kendine yazık eden günahkâr kimseler vardır. Buna rağmen düşmanla karşılaşıp Allah’a verdiği sözde durarak şehit oluncaya kadar savaşırsa o kimse şehittir ve cenneti hak etmektedir.
Kısaca Şehit, Allah için ölümsüzleşmenin diğer adıdır. Bunun içindir ki şehit, diridir. Ölmez ve O’na ölü de denmez. Yeri ve zamanı geldiğinde canından daha mukaddes bildiği dinî, millî ve manevî değerleri uğruna dünyadan ve dünyadaki her şeyden vazgeçip canını ortaya koyan kimsedir şehit.
Ancak….
Dinen bu şerefli mevkiye ermek gayesiyle yola çıkanlara katılmayanlara, kayrılanlara da Allah’ın lanetinin geleceği muhakkaktır. Yani üzerinde yaşadığı vatan ve inançları uğruna ölmekten korkan, fedakarlıktan çekinen kimseler, hele ki gariban halkın diğer evlatlarının gölgesine saklanıp, askerlikten dahi kaçıyorlarsa bu düşünülmesi gereken bir konudur. Bu nedenledir ki şehitlerimizin evleri, üst resimdeki gibi yıkık ve döküktür.
Yalılarda oturup, yüksek derecelerde makamlara gelip, malca zenginlerden evlatları şehit olan duyamıyorsak milletçe iki kere düşünmemiz gerekir.
Şehitler için ağlanmaz. (Kalp burulur, göz sulanır ama hepsi o.) Aksine gururla, şerefle göğüsler kabarır. Ancak bu vatan hepimizinse, şehitlik için olmasa da (çünkü bu arzu inancın derinliğiyle alakalıdır) vatan hizmeti konusunda her birimiz adil ve eşit bir şekilde görev almalıyız. Kayırma, saklama, sakındırma, rapor yoluyla kaytarma cihetine gidenleri iyi tanımak mecburiyetimiz vardır.
Diğer yandan saplantılı sözde dini terör örgütlerinin dillerinden düşmeyen bu kavramların manipüle edilmesine de fırsat tanımamak gerekir. Bunu anlamanın en kolay yolu şudur; şehadet, kafir yani dine düşman kimselerle savaş esnasında söz konusudur. Eğer bir Müslüman topluma birileri kurşun sıkıyorsa, bomba atıyorsa o kimse Müslüman olamayacağı için zaten şehit olması da beklenemez. Hedef gözetmeksizin kendisini patlatanlar intihar etmiş olacağından zaten cehennemliktirler.
Kavram dini nitelikli olduğu için din üzerinden örnekler vermeye gayret ediyorum.
Şehit cenaze törenlerine gelince durum biraz can sıkıcı. İnsanlar ateş düştüğü yeri yakar noktasından hareketle üzülüyor elbette. Bu doğal. Lakin abartmamak gerek. Çünkü o şehidin mertebesi şerefli bir mevkidir. Kalan eş ve çocuklarına devlet sahip çıkacak, anne ve babasından şefkat elini eksik etmeyecektir şayet sosyal bir devletse, şehitlerine kıymet veriyorsa. Yani maddi ve manevi anlamda şehit’in geride bıraktıkları başı dik yaşayacaktır.
Buna rağmen feryat figan eden, kendisini parçalayan ailelere şahit olmak bu anlamda üzücü. Çünkü şehitliğin mahiyetini anlamamış görünüyorlar.
Yukarıda kısmen değindim. Zengin ve makam sahibi insanların evlatlarının bu mertebeden kaçması, şehit ateşinin evlerine düşmemesi ise toplumsal bir yaramız. İman, parayla yok mu oluyor? Makamlara gelmek inançları tüketiyor mu? sorularını sormamız lazım kendimize.
Uzatmayayım. Diyorum ki ne mutlu şehit olanlara, olabilenlere. Allah hepsinden razı olsun. Lakin garibanlar değildir sadece vatanını seven, din uğruna fedakarlık yapan. Adalet ve eşitlik sağlanmalıdır. Keza cenaze definlerinde kederi abartmamak gerekir. Devlet, sosyal devletse o aileye sahip çıkmak ve şehit evlatlarının her türlü ihtiyacını karşılamalıdır.
En önemlisi şehitlik ve şehit kavramlarını hiç kimse sulandırmamalı, değiştirmemelidir ki şehit olma arzusu imandandır. Bu arzu yok olursa ortada ne vatan kalır ne de din.
Kız çocukları 6 yaşında mı evlenebilir, 9 yaşında mı diye kamuoyunu meşgule den kirli zihniyetler her şeyden evvel şehadet makamının yüksek derecelerini anlatmalıdır halka. Cennet masallarıyla vurgun yapanlar, lütfedip cehenneme götüren yolları da aktarmalıdır hutbelerde, vaazlarda.
Şehadet ve gazilik mevkileri bu kadar yüceyken…. başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere bu uğurda canını ortaya koyanları hutbelerinde anmayanları bu millet iyi tanımalıdır.
İman göstergesi bu durumlar vatanın bekası ve geleceğin teminatı olması hasebiyle mühimdir ve gerçek, adil ve yerinde uygulamalarla aziz bayrak dalgalanmaya devam ederken, ezanlar susmamalıdır.
Kanunen insan inanmak, şehit olmak, gazi olmak zorunda değildir. Hatta bu mevkilere inanmak zorunda da değildir. Bu zafiyet onun kaybıdır. Lakin bu vatanda yaşayan herkes şehitlere, gazilere, şehadet mertebesine saygı duymak zorundadır ki Atatürk ve arkadaşları bu anlamda önceliklidir. Saygı duymuyorsa bizden değildir.
Bence.
Ne mutlu şehit olmayı dileyenlere, ne mutlu şehitlere, gazilere.