Üniversitelerimiz öğrenci alırken sınav yapılıyor. Çocuklarımız aldıkları fen ve sosyal puanlara göre derecelendiriliyor. Yabancı dil, Türkçe ortak olmak şartıyla ortaya çıkan puan ve okul başarı puanı neticesinde okullara yerleşiliyor ve üniversite eğitimi başlayıp bitiyor. Sonra o genç mühendis veya hukukçu oluyor mesela ve toplum hayatına, iş dünyasına atılıyor. Meslek grupları da aldıkları eğitime yani sayısal veya sözel olmalarına göre şekilleniyor. Basitçe sayısal dediğimiz alanlar mühendislik, doktorluk gibi şeylerken, sözel dediğimiz alanlar hukuk, kamu yönetimi gibi branşlar.
Bu gençler geleceğimiz ve yarınlar onların ellerinde şekilleniyor. Eğitimleri de fena değil ama ortada bir yanlışlık var.
Sözel okuyan çocuklar (eşit ağırlıkçılar da dahil) matematik gibi konulardan sadece temel dersleri alıyorlar. Yani hayatın sayısal yanına, bilim hususuna pek aşina değiller. Ama bu haldeyken avukat, savcı, vali, kaymakam, manevi danışman oluyorlar. Bu branşları hafife almayın çünkü yönetim, işletme, idare demek bu. Yani ülkeyi çoklukla bu sözelciler yönetiyor, yani bilim ve matematiğin kıyısından geçenler. Yani yönetirken bilimden fazlaca nasiplenmeyenler, danışmana ihtiyaç duyanlar… dahası mı (sözelciler lütfen alınmasın) üniversite de sayısal yüksek puanlara erişemeyenler.
Sayısalcılar mühendis veya bilim insanı olacakları için aldıkları eğitim onlara yetiyor ama tamamı zeki ve çalışkan, üretici çocuklar, araştırma ve geliştirmeye müsait beyinlere sahipler. Ama iş dünyasına çalışan olarak giriyorlar, siyasette, hukukta, kamu yönetiminde yoklar. Yani yönetmiyor, yönetiliyorlar.
Sizce bu işte bir terslik yok mu?
Ya sözelciliği yüksek puanlı yapalım, ya sayısalcılara teslim edelim ülke yönetimini? Asla aşağılama düşüncem yok, çok fazla iddiacı da değilim ama tedbir düşünüyorum sadece.
Mesela sözelcilere daha fazla bilim okutulabilir, veya sayısalcılar daha fazla sosyal bilimlere aşina kılınabilir. Daha sınav aşamasında, hatta daha önce lise zamanlarında belirleme ve ayrıştırma yapılabilir ki liselerin bir kısmı şu an zaten bunu yapıyor. Ne bileyim bir tedbir lazım.
Mesela sözel okumuş biri, meslek olarak da kendi işini yapmalı. Mesela hafız, tercüman, sosyolog olarak eğitim almış bir kimse milletvekili olmamalı mesela. Bu iş kamu yönetimi, hukuk, siyaset, uluslararası ilişkiler, işletme okuyanların işi olmalı mesela.
Sayısalcılara da mecliste yer verilmeli ama. Neden çünkü devlet meselelerinin bilimsel alanları onlara ait. Onlarsız ülke yönetilemez. Mesela vekil sayıları kontenjanlara ayrılıp siyasi partiler o kotalar için yarışmalı. Söz gelimi mecliste on hukukçu, beş doktor, yirmi avukat, sekiz öğretmen filan olmalı. 600 vekil buna benzer paylaştırılmalı.
Velhasıl ülkeyi üniversite puanı düşük sözelci çocuklar yönetiyor. Maaşları da sayısalcılardan yüksek.
Diyeceğim biraz karışık bir durum bu. Zeki çocuklar yönetilen durumunda olmamalı. Çünkü lokomotif ne kadar hızlı çekebilirse trenin hızı odur.
Bence.