Orta yaşların bendeki derin izleri
Orta yaşların sınırı ansiklopedilerde yer almıyor, olsa da değişik yaşlar var bildirilen. Ama bana göre hayata atılınan an, mesleğe başlanan, evlenilen yaş…. yani 25 sonrası orta yaş. Gençlik bitmiyor henüz ama bir ara dönem sanki… hani 35 yaş diyorlar ya… öyle. Ama 25-35 arasını gençlik diye sıfatlandırmak da bana çok uygun gelmiyor çünkü hayatın yükünü sırtlanan ve altında ezilen onlarca kimse var… gençliğini yaşayamadan. Hadi diyelim 35 yaş olsun…
Önceki yazılarımda çocukluğumun bana öğrettiklerini, gençlik yıllarımdan geride kalanları yazdım…. kendimce. Şimdi de orta yaşlarda hayat okulu bana ne öğretti onlara değinmek istiyorum kısaca, sıkmadan.
Orta yaşlara gelene kadar yani gençliğin son devrelerinde koştum, çalıştım, biriktirdim, evlendim, çocuk sahibi, oldum… enerjiktim, yorulmuyordum, soğuk işlemiyordu tenime, sağlıklıydım, meraklıydım, söz dinliyordum… güveniyordum insanlara. Yalan değil zengin olmak hayalim hep bir yerlerde saklıydı.
memleketler gezdim, yurt dışına çıktım çokça… uzun süreler oradaki insanların yaşamına şahit oldum, yaşamayışlarına daha doğrusu…
Değişen ülkemi gördüm yakından bir aydın olarak… sağ sol çatışmaları ardına saklanmış ihanetleri, yol ayrımlarını Türkçülükten, u dönüşlerini döneklerin, bugün dediğini yarın inkar edenleri gördüm.
En yakınlarımdan değişenlere şahit oldum, satılanlara.
Eşlerin dünyasıyla tanıştım, evli bayanların, aile yaşamlarının benzerliğine ama aslında çok farklı oluşuna.
Çokça memleket gördüm diyorum ya Anadolu’yu koklamak, yakından değmek nasip oldu çok şükür… Dağlarını gördüm yurdumun, ovalarını bereketli, dev sığır sürülerini gördü otlaklara yayılmış… Trenle, otobüsle giderken bitmedi ormanlar yemyeşil… Dereler, nehirler çağla çağla akmaktaydı… temizdi hava her şeye rağmen…. doğaldı gıda, milliydi eğitim, temizdi inançlar, saftı dostluklar…
Dövizle tanıştı insanlar önce, videoyla, kasetlerle, arabesk filmlerle, seks filmleriyle… Rus kızlar geldi… dağıldı aileler… sonra diğer ülkeler takip etti onları. Ruslar önce Karadeniz’deydi… kilit, kapı orasıydı. Oradan girdiler, Antalya’ya sahip oldular sonra. Otelde kalacak paraları yoktu, gecelik aşklarla (!) şimdi otellere sahip oldular. Yılda 20 milyar dolar sıcak para aktı onlarca kazanılan yurt dışına aktarılan…
Sonra diğer göçmenler geldi yavaştan… kutuplaşmalar başladı…. sen ben kavgasına döndü siyasetler, ihaleler berraklığını kaybetti, komşuluklar bitti gökdelenlerle, oto park oldu oyun alanları çocukların…
dereler kirlendi sanayi devi meraları yuttukça… kimyasal bomba oldu boya fabrikaları, patronlar atıkları derelere boşalttılar, cüzi cezalara razı olarak…
Fakirleşmeye başladı halk… yerli üretim sekteye uğradı yanlış politikalardan….
Terörle tanıştırdılar güzel ülkemi menfaat uğruna bile isteye.
Uyuşturucu tacirleri, kadın pazarlamacıları, kaçak mal satıcıları, organ ve çocuk tacirleri türedi…
Siyaset çirkinleşti, iletişimler kısırlaştı, kedi köpek savaşı yaşanır oldu hayatın tüm ekranlarında.
Sokaklar acayip kılıklılarla doldu, ormanlar kesildi betonlaştı…Milliyetçilik ırkçılık edildi…. tariflerde.
Çocuklar bilgisayara mahkum oldu balkonlar yerine… bebekler dahi ninnileri cep telefonlarından dinledi o yaşta kirlendi beyinleri mikro dalgalardan… gözleri bozuldu minik ekranlara bakmaktan.
Ülkemin güzel bilim insanları öldürüldü, komutanlar öldürüldü, polis müdürleri öldürüldü… terör adı altında, siyasi çıkarlar ve dış güçler hatırına.
Ekmek pahalılandı, hayat yüksek enflasyona mahkum oldu, fakirleşti halklar, fakirleşince yere düşmeye başladı ahlaklar. Dilencilik kültürü yerleşti aziz yurdumun insanına.
Ezanlar uzadı, milli bayramlar sönükleşti…. dış güçler daha çok el atmaya başladı yurduma, çakalların sesi daha çok çıkmaya başladı, çoban köpeklerinden. Sürüler halinde saldırdı yurdumda gözü olanlar fabrikaları, tarlaları, yalıları satın almak için…
televizyon renklendi, diziler peşi sıra geldi…. baştan iyiydi, alıştırdı kendisine ekranlar, sonra gösterdi gerçek yüzünü ihanet etti ailelerimize, kahretti çocuklarımızın dimağlarını, eğitimi, terbiyeyi yerle bir etti yabancı filmler, ahlakımızı sıfırladı el altından satılan seks kasetleri, CD’ler.
Karlar yağmaz oldu eskisi kadar, buğdaylar başak vermez oldu zehirli ilaçlardan beş yıl kadar sonra, verimsizleşti, çocuklar süt içemez oldu doğal doğal.
Dersler değişti, müfredatlar değişti, okumuşa saygı kalmadı eskisi gibi. Beyefendi tabiri parası olanlara söylenir oldu okumuş aydınlar yerine.
Bilim yalan demeye başladı o yıllarda. Aşılar genetikleşti, ithal hastalıklarımız oldu boy boy nereden geldiği belli olmayan.
Orta sınıf fakirleşirken birileri dev sermayelere yükseldi. İşçi sınıfı, orta direk ezilir oldu hayatın yükü altında. Emekliler de.
Çalışanlar, üretmek hevesindeydi hala, ithalattan ziyade yerli malaydı rağbet… sonra ithale kaydı eller ucuz diye.
Balkonlarda çiçekleri olurdu kadınların, çamaşır asarlardı…. kayboldu. Kapı önlerinde çay içer çekirdek yerdi kadınalr, eve girdiler. Komşusundan şüphe eder oldu insanlar hafiyelerin korkusuna, gammazlıklar çoğaldı.
Köpekler kuduzlaştı, arsızlaştı mafyalar, devlet malına el atmaya korkarken yurdum insanı devleti soyar oldu utanmazlıkla.
İhaleler, inşaatlar, sözleşmeler yalan oldu.
İş hayatında her geçen gün geriledi kadınalr… Cumhuriyet’in kazanımları kayboldu birer birer. Parayla satın alındı çokları, kafaları yıkandı, şiddetle değiştirildi bazıları da. Okuması gereken kızlar erken yaşta evlendirildi dedelerle. Diri diri toprağa gömüldüler cahiliye Arabistan’ı gibi.
Yabancı merakı sardı sokakları, vitrinleri kültürleri. Marka, moda tutkusu. Döviz arttıkça fakirleştiler, fakirleştikçe lükse kaçtılar, modernleştikçe battılar.
O küçükken yetiştirilen çocuklar gerçek yüzlerini göstermeye başladı…. erkeksiz erkekler, kadınsı kadınlar…. toplumun kendilerine biçtiği rolleri oynamaya başladılar.
Kutuplaştırıldık…. hemşericilik baş gösterdi, adalet saptı, saygı bitti, korku sardı sokakları geceleri.
Ufak başarılara kaldı sevinçlerimiz, milli, takım gol atınca hep birden uçtuk havalara hala…. yıllar öncesinde kaldı ya neyse…
Kendi mercimeğimiz, fasulyemiz vardı hala… kendi traktörlerimiz… ama uçaklarımız yoktu artık, uçak motorlarımız da… kendi arabamız bile yoktu. Uzay çağına girerken… gemi yapmaktan acizdik ulusça.
Paramız gibi inanç ve değerlerimiz de eridi. Etek boyları kısaldı, teselliyi alkolde aramaya başladık, daha modifiye oldu gençlerin arabaları, gençler ve çocuklar daha fazla itildi bilgisayarların kucağına, eğitim milli olmaktan çıktı, evrenselleşti sözde, televizyon kanalları çoğaldı Ortadoğu’yu ve Orta Asya’yı da esir alan, rengarenk…
Dergiler, gazeteler kutuplaştı. Aynı haberi farklı farklı yansıttılar okuyucuya…. halk uyanamadı.
Halk masallarla uyutuluyordu, fark etmedi. Din elden gidiyor diye dinden çıktı, vatan elden gidiyor diye vatanına düşman oldu. Namus elden gidiyor diye bacak arasına sıkıştırdı namusu, kadına yükledi de hırsızlar, imansızlar, aklı namussuz olanlar soydu halkları banker adıyla….
Medeniyetten geri kalır oldu kültür ordusu neferleri… saf değiştirdi çokları, kandırıldı bazıları, intikam hırsları su üstüne çıktı bazılarının Cumhuriyet’ten…. ve geleceğin erişkinlerini yetiştiremez olduk. Geleceğimizi , hayallerimizi çaldılar…. hırsızlar. Malımızı, eşyamızı çalsalar bu kadar koymazdı.
Ben…. pisliğe bulaşmadım hiç. İnanç ve değerlerimden taviz vermedim, satılmadım, satmadım, satın alınmadım. Ailemin, eğitimimin, birikimlerimin , bana emeği geçenlerin hakkını vermeye çalıştım, Atatürk ile, Cumhuriyet ile, Kur’an ile…
Zaman geldi pahalı mobilyalarım oldu…. arabalarım oldu sıfır. Evim çok sonraları oldu ama paraya esir olmadım hiç bir vakit.
İhanetlere uğramadım değil ama ihanet etmedim asla ne sevdiklerime, ne yurduma, ne değerlerime.
Kabullerimi değiştiremediler parayla, makamla…. çocuklarıma daha iyisini vermeye çalıştım, daha doğrusunu.
vatanına hizmet eden kim varsa onu seviyordur dedim…. çalışmayı namus bildim.
Eğitimi önemsedim, ülkemi sevdim…. çıkmayı hiç düşünmedim yurt dışına çalışmak için imkanım bolca varken… bırakmadım buraları.
Şehir şehir dolaşıp Atatürk’ü anlattım, Kurtuluş savaşını… Cumhuriyet’in ve laikliğin ne demek olduğunu…
Yol arkadaşlarımın bazısı başka sapaklara dalsalar da ben ayrılmadım doğru bildiğim yoldan.
Modernleştik mecburen ama medeniyeti kültürsüzlükle kirletmedim asla.
Bilimi sevdim ama teslim olmadım bilimsel yalanlara, bilimi ilah yapmadım onlar gibi.
kandıramadılar yalanlarla, satın alamadılar parayla, bir acayip fanatiklik yerleşti ruhuma Anadolu sevdasıyla.
Hep şöyle dedim kendi kendime; Atatürk olsaydı ne yapardı, ne yapmıştı bu durumda? Hep karlı çıktım, hep doğruyu buldum bu sorumla. Çünkü hatasız bir tek o vardı bildiğim.
Geleceği pek fazla düşünemedim o yıllarda, yaşlılık uzak ihtimaldi, emeklilik ha keza. Ama günler çabuk geçti… emeklilik geldi dayandı kapıya.
kalabilirdim beş altı sene daha ama düzen değişmiş, kurallar bana aykırı hale gelmişti. Durum ve şartlar değişince kalmamayı seçtim.
Emekliliğime beş sene kala beş sene vadeli ev kredisi aldım. Bu ilk evim oldu…o taksitin on beş gün sonrası verdim emekli dilekçemi.
Tek yazlığımı emekli ikramiyemle aldım. Son arabamı da. Şimdi? Borcum var… ama ödeyemeyeceğim kadar değil.
Mutlu muyum? Memnun muyum emekli olduğuma? Evet!
Yorgun değilim, dinamik olabilirim hala… ama şimdi fikri çaba gösteriyorum daha çok bu satırları yazmak gibi…
Cihad bu bana göre karanlığa karşı… Çocuklara, gençlere bir şeyler anlatabilmek umudu.
Orta yaşlar velhasıl bana hayatın gerçeklerini öğretti. Değişime şahit oldum. Kabuk bağladı bazı perçinli fikirlerim, sarsılmaz inançlarım sabitlendi, daha çok sevdim Atatürk’ü ve o günlerde, durum çok daha fenayken nasıl başardığını merak ettim hep. Okudum, okudum, gün, gün neler yapmış öğrendim. Anladım davasını. Bir kere daha hayran oldum dehasına, cesaretine, başarısına.
Şimdi şaşırıyorum Atatürk’ü tanımayanlara, Hayatın en başarılı örneği o aslında. Bırakın siyaseti yaşamda başarıya ulaşmak için örnek alınması gereken bir lider o, dünya lideri.
Kurtaran, kuran olamadım hiç bir zaman ama düzgün oldum daima. harama bilerek el atmadım, can yakmadım kasten, çalmadım, kötü söz etmemeye çalıştım… övdüm güzellikleri, yumuşattım huyumu, sevginin açamayacağı kapı olmadığını gördüm ve umudun değerini.
tatlı dilli, olmaya çalıştım ikna için savaşmak ve sataşmak yerine.
Namusa, erdeme kıymet verdim, şeref yoksunu olmaktan korktum her defasında. haysiyetle ölmeyi diledim, bozulmadan…
Para için çok şeyler yapabilir, çok daha fazla kazanabilirdim ama ayrılmadım doğruluktan…
Çocuklarımı doğru yetiştirmeye gayret ettim ama vakıf üniversiteleri değiştirdi onları… gurbette gezişlerim, mesaimin uzunluğu ihmal ettirdi bana evlatlarımı. Yine de razıyım onlardan.
Anne ve babamı kaybettim yirmi yıl arayla… mekanları cennet olsun. Yetim ve öksüz kalmanın ne demek olduğunu anladım. Bir ablam kaldı geriye bir de ailem.
hayatın yüklerini orta yaşlarda iyice almıştım sırtıma… yıkılmadım ama yoruldum belki…. çökmedim ama. Ne başkasının önünde, ne de zorluklar karşısında.
İzmir’e biraz daha sonra döndüm…. emekli olana dek dolaşmaya devam ettim yurdumun dört köşesinde.
Nihayet emekli oldum. hayattan değil sadece meslekten.
Şimdi düşünüyorum Orta yaşların bendeki derin izleri neler diye…. dürüstlük, namus, iyi vatandaş ve çağdaş Atatürkçü olmak….. laikliğin kıymetine sadık kalmak…. eğitimin önemini anlamak, araştırmak, gelişmek, iyileştirmek… dayanmak, direnmek kötülüğe… iyilik yaymak, iyilik yapmak, iyiliğin hayata egemen olmasına çalışmak… izleri her halde.
Hepimizin macerası ayrı ayrı. Çünkü hayat hem bir sınav hem bir okul. Herkesin sınavı başka, soruları da. Ama sonuç aynı yere çıkıyor. Güzellik kazanıyor, kötülükse kaybetmeye mahkum.
Dünya değişmese de ben diyorum ki insan düzgün kalmalı. Kazanmanın tek yolu bu.
Umudumu hiç kaybetmedim ben güzel günler için… şartlar kötüye gitse de…
Çalışarak başarılacağına ama aklı kullanmanın gereğine inandım.
Namus ve şerefe önem verdim paradan, makamdan ziyade.
Ehil ve layık değilsem talip olmadım işe. İnşaat mühendisiyim ben aynı zamanda. Ama genç işsizler dururken, bir emekli olarak teklif edilen işleri reddettim sırf gençlerden bir tanesine daha iş imkanı çıksın diye.
Ahlaksız teklifler oldu gel ayda bir uğra, imza at kontrol mühendisi olarak, al maaşını git dendi. Reddettim. Memlekette bu kadar çürük bina varken, onurum izin vermedi haram paraya.
Oyumu satmadım asla, bine yakın kitap okudum hayata dair, inanç dünyasını da okudum, tarihi de, bilimi de, felsefeyi de, inkılap tarihini de… sıkılmadım öğrendim, bıkmadım anlattım.
Avare dolaşmaktansa, boş işlerle uğraşmaktansa yazdım, çizdim, anlattım.
Siyasetin cilvelerine güldüm geçtim. Bir ara bir partiden semt veya ilçe başkanlığı teklifi dahi gelmişti ama reddettim. bana göre değil diye.
Kamuya saygım hiç azalmadı, adalete daima güvendim, Allah’ın doğruların yanında olduğunu çok iyi biliyorum.
Ağaç kesmedim, binlerce ağaç diktim bu yaşıma değin. Abartmıyorum belki 20 binden fazla. Ama on yaşındaki ağaçları ertesi gün belinden kıran vatan hainlerine de şahit oldum sırf kötülük olsun diye.
Çalanları gördüm devletten…. pez.venklik edenleri… bu yolla zenginleşenleri, dönekleri.
Teröre lanet ettim hep… masum çocuklara kıyanları anlamadım…. neden diye.
Dünyada olup biten kötülüklerin şeytanın yemininden kaynaklandığını bilen olarak tüm hayatın dinler savaşı olduğunu da biliyorum. Ama öyle alfabetik din savaşı değil bu medeniyetler arası…. gerçekten ve koşulsuz inananlar ve göstermelik inananlar ya da inanmayanlar savaşı. Buna başka yazımda değinirim.
Bana bu yıllar kül yutmamayı öğretti. Yoldan dönmemeyi, sıratın bu hayatta olduğunu.
bence böyle…
Hayat erdemle yaşanmalı, insan onuruyla insan. Sadece et ve kemik değil insan, duyguları, ruhu var…. bunlardan birine ihanet ederse, birine tecavüz ettirirse… insanlıktan çıkar.
hayat bu. En verimli orta yaş hallerimiz gerçeklere en yakın olduğumuz anlar bu nedenle. Çünkü olayların tamamen içindeyiz.
Bence.