Olmak ya da olmamak
Olmak ya da olmamak tabiri, tiyatroya ait ünlü bir deyiştir. William Shakespeare‘in Hamlet adlı eserinde geçen ünlü monoloğun bir bölümüdür ve özgün şekli “to be, or not to be” şeklinde yazılmaktadır.
Olmak; var olmaktır, sayılabilir olmaktır, etken demektir, tesir edebilir demektir, gerçek olmaktır, görünür ve canlı demektir.
Olmamak; yok sayılmak, yok olmak, yokluk, etkisizlik, gerçek dışılık, hiçlik demektir.
Her şey, herkes için bu iki seçenek her zaman söz konusudur. Varız veya yokuz!
Doğmuş olmak, nüfus cüzdanına sahip olmak var olmak için yetmez. Var olmak ya da sadece olmak; düşünmek demektir. Düşünüyorum öyleyse varım yazımızı hatırlayın… Sorgulayabildiğimiz, farkına varabildiğimiz, anlayabildiğimiz, öğrenebildiğimiz ölçüde varız.
Olmamak düşünme yetisini kaybetmek, bu yetiyi ve hakkı başkalarına teslim etmek, güdülerle yaşamak demek… Yaşasanız da düşünmediğiniz müddetçe yoksunuz, olmuyorsunuz.
Yaşamak olmanın ilk ve zorunlu adımı elbette. Ölüm ise olmamak anlamına geliyor.
Ama olmak için sadece yaşamak yetmiyor malesef. İnsanın çiçekten, arıdan, buluttan bir farkı olmalı yaratılışa göre. Bu üstünlük irade yeteneği. Uçamıyoruz, hızlı koşamıyoruz, deniz altında dakikalarca derine dalamıyoruz teçhizat olmadan, yüksek atlayamıyoruz anatomik olarak…. pek çok hayvan veya canlı bizden çok daha iyi bu konularda. Ama biz hepsine hükmedebiliyoruz, hepsini eğitebiliyoruz. Uçanı, dalanı, koşanı terbiye kabiliyetine sahibiz. Bunu aklımızla, düşünerek, öğrenerek, üreterek yapıyoruz. Bu yüzden evrenin hakimiyiz en azından çoğu şeyin.
İnsan iyi ve kötü arasındaki kanyonlardan geçiyor ömrü boyunca… tehlikeler, labirentler, sıkışıklıklar, dik yokuşlar, virajlar… kimi zaman gece karanlığında, kimi zaman yakıcı güneş altında, bazen sularda, bazen çöllerde ilerliyor hayat yolunda. Düz değil çizgilerimiz, tek doğrumuz yok iki noktadan geçen. Sayısız seçenekten birini seçiyoruz, sonra diğerini, sonra diğerini. Seçe seçe ilerliyoruz bilmediğimiz mecralarda. Seçiyor, azmediyor, ilerliyoruz. Yani düşünüyor, yapıyoruz. Varız, oluyoruz, oyuna dahiliz.
Olmamak seçmemek demek, birilerinin işaret ettiği yere yönlenmek, tesadüfen seçmek, zorla seçtirilmek. Kandırılmak da dahil buna. İlerliyoruz yine ölene kadar ama macera bu ilerleyişimiz. Sonucu biz belirlemiyoruz, yönlendiriyorlar bizi, çoğu zaman da yokluğa, akılsızlığa, mahrumiyete.
Olmak; fikri hür, vicdanı hür, eylemi hür demek.
Olmamak; bağnaz, esir, akılsız demek.
Toplumun tüm kabulleri, medeniyetin tüm gerekleri, insanlık projesinin tüm merhaleleri düşünmek üzerine kurulu. Düşünmek, öğrenmek, anlamak, yapmak. Düşünmüyorsa bir toplum da olmuyor, medeniyette. Olsa da kısa ömürlü oluyor.
Kudret taşımıyor toplumları ilerilere uzun zaman. Hüccet yani kudrete ilaveten bilgiden kaynaklanan güç gerekiyor.
Hüccet ise tamamen aklın eseri, birikim, sinerji ve ilerleme arzusundan müteşekkil.
Olan toplumlar akla dayalı ilerliyor. Olmayan toplumlar bağnazlığı, gericiliği, bilim karşıtlığını, akla düşmanlığı ve nefsin dürtülerini esas alıyor meşale olarak hayat koridorlarında ilerlerken.
Olmak ya da olmamak bir ecel konusu değil felsefi olarak. Ölmek elbette olmamak demek ama yaşarken olmamak bahsettiğim. Hem yaşamak hem olmak zorundayız insansak şayet.
Bizi sıkıştırsalar da, ezseler de, hiçe de saysalar, küçümseler de direnmek, sorgulamak ve geleceği tasarlamak zorundayız var olmak için.
Hayat lay lay lom ile geçirilemeyecek kadar kıymetli. Hafife alınamayacak kadar ciddi ve yok sayılamayacak kadar güzel.
Ve insan olmak zorunda. Tabiatın, yaratılışın tüm çarkları insanın var olması üzerine kurulu. Projenin adı zaten insanlık sınavı ya da projesi. Diğerleri aktör, figüran. Bu tablodan insanı çıkartırsak hayatın da anlamı kalmıyor.
Bu yüzden olmak zorundayız. Yaşamak, düşünmek, öğrenmek ve ilerlemek hürce, serbestçe, akla uygun, kalbi sızlatmadan, vicdanın sesine kulak vererek…. durmadan, yorulmadan, yorulsak da ilerleyerek…
Çünkü insanız, var edildik, olmak zorundayız.
bence.