Okul çıkışlarında kalbime doğan umut
Okul çıkışlarına hepimiz şahit olmuşuzdur. İlkokullar özellikle. O canavar gibi koşuşan zehir akıllı çocuklar, kapıda bekleyen anneler, servis arabaları filan. Ortaokullar mesela… daha sakin. Liseler ha keza… usturuplu, oturaklı, planlı. Üniversiteler daha farklı ama lise öğrencileri dahil okul çıkışları bana göre tam bir umut semaveri. Neden mi?
Eğitim sistemimiz, geleceğimizin temel nirengilerinden olmak zorunda. Gençler dünya ile rekabet edebilmek için öğrenmek, diploma kazanmak ve uygulamaya geçmek durumunda. Lakin son yıllarda eğitimin basitleştirildiğini, sınav sorularıyla oynandığını, hatta soruların birilerine el altından verildiğini artık herkes biliyor. Ders kitapları değişiyor, kritik bazı konu ve başlıklar müfredat dışına atılıyor, yeni literatürler (!) derslere ve müfredata dahil ediliyor. Yani sayısaldan sözele, fenden dine, çağdaşlıktan geri kalmışlığa bir ters U dönüşü var. Bu moral bozucu. Hepimiz de farkındayız bunun. Üstelik Andımızın yasaklanması, milli marşımıza yapılan saygısızlıklar, milli bayramları layıkıyla kutlayamamalar, atanan idarecilerin bazılarının Cumhuriyet aleyhtarlığı … bizi üzen şeyler. Endişeliyiz doğal olarak.
Ancak…
Başlığıma esas okul çıkışlarına şahit oldum son zamanlarda değişik vesilelerle. Gençlerin yorgunluğunu, ağır çantalar altında ezilmiş bedenlerini, kalabalık öğrenci gruplarını gördüm. Bıkkındılar, yorulmuşlardı, çokça zorladıkları belliydi kendilerini. Ama zihinsel enerjileri yerindeydi ve çıkanların çoğu evine gitse de bir kısmı eğitime devam için dershanelerin yolunu tutmaktaydı o yorgunluklarına rağmen. Eve gidenlerin de aklında evvela dersleri tamamlamak ve ödevleri yapmak, sonrasında da ilave birikimler sağlamak vardı.
Spora, teknolojiye, arkadaşlığa, çağdaşlığa, iyi birer insan olmaya verdikleri kıymeti gördüm.
Şakalaşmalarını, bir ve beraber oluşlarına şahit oldum.
Türbanlısı, minilisi hep beraber yürüyor, planlar yapıyor, çay içiyordu.
Anneler ve babalar yoktu elbette lise çıkışında lakin öğretmenler vardı ve öğrencilerle öğretmenler arasında tatlı bir tebessüm vardı, nazik, mesafeli ama sevgi dolu.
Doğulusu da vardı o çıkanlar arasında, batılısı da, kızı da vardı, erkeği de, uzun saçlı erkeği de vardı, kısacık saçlı kızı da. Saçları mavi renk olan kızlar bile vardı.
Ne yoktu? Kavga, küfür, ötekileştirme, itip kakma, serserilik….
Bu gençler birileri kendilerine ne yapmaya çalışırsa çalışsın ortak kaderi paylaşmanın verdiği kaçınılmaz gen bağlarıyla bağlanmışlardı birbirlerine. Kalplerinde okumak hevesi, ilerlemek umudu, iyi yerlere gelmek düşüncesi vardı. Ergendiler ama ermeseler de ermeye hevesliydiler.
Kıyafetleri benzer veya eşdeğerdi, tasarrufun farkındalardı çünkü hepsi aşağı yukarı aynı gelir seviyesindeydi…
Akraba değillerdi ama kardeşten öte arkadaşlıklar kurmuşlardı aralarında.
Sarmaş dolaş kızlar, kan kardeşi olmuştu bir diğerinin.
Yoğun derslere, kalabalık trafiğe, gürültüye rağmen motivasyonları gayet yeterliydi, planlıydılar, azimliydiler, zekiydiler oyuna gelmeyecek kadar.
Ağır kitaplar yetmiyordu bilgi açlıklarını gidermeye, içi boşaltılmış kitaplar yerine hayat kitaplarına, sınav kitaplarına, gerçek bilgiye açtılar. Geleceğin kendilerinden ne beklediğini bilir bir halleri vardı, onları bekleyen zor rekabetleri, dünya ile uyum için gerekenleri…
Bazıları elbette nahoş bir tembellik ve vurdumduymazlık içindeydi ama çoğu…. bana umut verecek kadar tatlı, gayeli, muntazam ve bilinçliydi.
Ben kendi adıma gayet memnun oldum bu hallerinden, umutlandım, sevindim.
Anne ve babaların artık onlara yetemeyeceğinin farkında oldukları için sayısız yardımcı kaynak arayışındaydılar. Fırsat eşitliği vardı aralarında, bu eşitliği çok daha ileriye taşımak gayeleri de.
Bazı şeylerin parayla yapılamayacağını biliyorlardı, eğitimsiz sınıf atlamanın da imkansızlığını. Atlansa da boş çuval gibi yere düşüleceğini.
O gençler sağlıklıydı, düzenliydi, yasalara aykırı halleri yoktu, ufak mızıkçılıklardan, şımarıklıklardan başka.
Otobüslere bilet basmadan binmedi hiç biri orta kapıdan….
Yurt dışında bu son dediğime sayısız kez şahit olmuştum. O bizlere örnek gösterilen batının şımarık çocukları otobüslere zarar veriyor, bilet basmadan, haylazlıkla etraftakileri rahatsız ederek gidiyorlardı evlerine… Ama bizim çocuklar dolmuşa daha biner binmez uzatıyorlardı ücreti;
‘Bir öğrenci alır mısın ağabey?’
Bir kaçı hariç yaşlılara, gebelere, çocuklu annelere, yaşlı amcalara, engellilere yer veriyordu otobüste. Devlet, kamu mallarına zarar vermemeye çalışarak, eve bir an önce yetişmeye çalışarak, sıkışıyorlardı arkadaşları da otobüse binebilsin diye.
Kötülük yoktu kalplerinde, gözlerinde, hareketlerinde.
Sabah ezanıyla başlayan okul maceraları bittiğinde uykusuz ve yorgundular ama durmaya niyetleri yoktu. Yorulsalar da yürümeye ant içmiş gibiydiler.
Her biri çağdaş ve sosyal devleti yaşatıyordu. Demokrasiye, eşitliğe sadıktılar, ufak farklılıklarını sorun etmiyorlardı aralarında. Kurallara, hakka, tasarrufa, yerli mala, usturuplu davranmaya özen gösteriyorlardı.
Bedenleri cılız yahut kısır ya da pısırık değildi. Hala süt içebildikleri, et yiyebildikleri inancım oldu. Lakin emindim ki çoğu etten ziyade kitap parası biriktiriyordu harçlıklarıyla.
Gençlerin ayakkabısı yırtık, pantolonu ütüsüz, montu noksan olanını göremedim. Sevindim. Çünkü yoklukları sefalete hala dönüşmemişti ve anneleri onlara özen gösteriyordu. Bir kısmınıysa babası arabasıyla alıyordu.
Kapı önünde esrarcılar, dilenciler, yankesiciler yoktu. Polis yoktu ama asayiş berkemaldi.
Okul temiz, ağaçlandırılmış, ışıklandırılmış, depreme dair tedbir alınmış haldeydi.
Yerlere tüküren, çöp atan, izmarit atan yoktu.
Korna çalan yoktu arabalardan okul yanından geçerken.
Dedim ya… umutlandım bu okul çıkışlarını izlerken.
Neden? Çünkü korkuyordum. Çünkü birileri içlerindeki ateşi söndürecek, yahut söndürdü diye endişe ediyordum. Gördüm ki öyle değil.
ben her zaman şunu diyorum; Türk çocukları gerçekten dünyanın en zeki çocukları. Aile terbiyesi almışlar, öğretmenlere, okul idaresine, kurallara saygılılar, hayatın sokaktaki gerçeklerini ve dünya şartlarını çok iyi biliyorlar, hayata hazırlanmak için olağanüstü bir gayret ve hevesleri var.
Bu zeki çocuklar çok yakında Avrupa’yı yönetecek bana inanın.
Bu ışığı bir kez daha gördüm gözlerinde. Tertemiz mis kokulu saçları, bitsiz başları, kibar tokaları, nadide bakışlarıyla bu çocuklar bir sanatçı edasıyla çıkıyorlardı okuldan. Bir sonraki ders etabına yetişmek için acele edenler vardıysa da çoğu sakince gidiyordu evine…telaşsız, planlı ama oyalanmadan.
Dişleri tamamdı, kirli elbisesi olan yoktu, sigara içerek çıkan, cep telefonu kullanan yoktu.
Abur cubura rağbetleri de yoktu. Hazır gıdanın ne illet olduğunun farkındaydılar.
Dedim ya… ben umutlandım.
Kollardaki Atatürk dövmelerini gördükçe, esprilerdeki zeka kırıntılarına şahit oldukça, aile terbiyesini, okul disiplinini gördükçe sevindim.
Burası İzmir ama eminim ki yurdun pek çok yeri aynı durumda.
Sanal dünya, suni zorlamalar aksini diretse de çocuklar gerçek hayatla iç içeler, kardeşler, bir ve beraberler.
Öğretmenler gayretli, aileler fedakar…. sokaktaki satıcılar, şoförler bile onları seviyor ve hayatlarını kolaylaştırmaya çalışıyor.
Köpekler bile havlamıyor onlara yanlarından geçerken.
ne güzel bir tablo!
bence… geleceğe güvenle bakmamak için sebep yok. Dış ve iç mihraklar ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu düzen ve ahengi bozamaz.
Bu çocukların vatan aşkı, bayrak aşkı bitirilemez, aralarına nifak sokulamaz.
Türbanlısından bile söküp atamaz birileri Atatürk sevgisini. Buna şahit oldum.
Genç nüfusumuz çok fazla, Avrupa’nın, dünyanın çok ilerisindeyiz bu anlamda. Bu pırıl pırıl çocuklar benim geleceğe olan güvenimi artırdı bir kez daha.
Sizlerde korkmayın bana kalırsa. Bu gençlik yıkılmaz, dökülmez, sapıtmaz, yorulmaz.
Çünkü bunlar Atatürk gençleri.
benden demesi.