Öğretilmiş çaresizliklerimiz
Hayat çoğu zaman istemimiz dışında akan bir nehir. Bu nehir çoğu zaman çağlıyor ve şelalelerle dolu. Mesele boğulmamak ama boğulmamak adına da uzatılan her dalı tutmamak lazım.
Pavlov’un klasik şartlanma deneylerinden daha önce bahsetmiştik.
“Kısaca tüm köpekler kendileri için doğal bir uyarıcı olan ete karşı doğal bir tepki yani salya vermektedir. Klasik koşullanmada ilk olarak köpeğe doğal uyarıcı olarak et verilir. Bu doğal uyarıcı karşısında köpek doğal tepkisini yani salyasını vermektedir. İkinci adımda köpeğe doğal uyarıcı olan et verilirken bunun yanında da yapay uyarıcı olan zil çalmaya başlanır. Bu durum bir süre devam edince, köpek zil çalınca kendisini et verileceğini öğrenmiş, yani bu duruma koşullanmış olur. Bir süre sonra köpeğe et verilmeyip sadece zil çalınınca da köpek salya vermeye başlar. Deneyin kısaca özü bu.”
Toplum olarak hepimiz bazı şeylere şartlandırılıyor ve salya salgılıyoruz iştahımız kabarınca. Bazen uyarıcı bir zil sesi oluyor, bazen bir parça kemik… Hani bir at her zaman iple bağlanmayı ve çekilmeyi bilir de, hayali iple bağlasanız da peşinizden sanki ip varmış gibi sizinle yürür ya işte öyle. O baskı veya kandırıcı olmadan da bazen şartlandırıldığımız şeyi yapmaya devam ediyoruz. Yani artık o eğitim bizde huy halini alıyor, karakterimize yapışıyor ve baskı ortadan kalksa da kurtulamıyoruz.
Söz gelimi terör korkusu yaratmayı çok sever kirli dünyaların insanları. O sayede pek çok ekmek yerler. Çünkü korkak ve çaresiz insanlar ölmemek adına sıkı kuralları da, lüzumsuz abartılı harcamaları da kabullenirler.
faydalı şeylere şartlandırmak için habitat ve beşeriyet cılız bir tatbik uygular kendince. Çiçekleri koparmamak, çimleri ezmemek gibi. Ayıp yerleri örtmek mesela şartlanmadır, giyinmek de öyle. Güneşte şapka takmak gibi, denize mayoyla girmek gibi.
Ama hiç düşünmeyiz iç çamaşırlı bir kadınla, bikinili bayan arasında neden fark var veya neden tahrik oluyoruz mayo görünce diye. İşte bu öğretilmiş olma halidir.
Birisi bize limondan bahsedince istemeden ağzımız sulanır, ekşir. tatil kelimesini duyunca bir tebessüm yerleşir dudaklarımıza hiç tatile gidememiş olsak da.
Öğretilmiş şeylerimizin keşke hepsi bu kadar masum olsa! Ama değil.
Sınavlara şartlandırılmışız mesela, mülakatlara, diplomalara. Onsuz olmuyor…. öğrenmek için değil de not için çalışıyoruz böylece.
Bilim adamlarının dediğinin doğru olduğuna şartlandırılmışız aralarındaki şeytanları göremiyoruz bu yüzden.
Ormanların yanmasını doğal sebeplere bağlıyoruz, göktaşı düşeceğine, uzaylıların var olduğuna neredeyse yemin edeceğiz. Çünkü zihnimizi öyle şartlandırdılar.
Bir gömlek parasına günde sekiz saat çalışmayı öğrettiler bize.
Günde sekiz saat çalışmayı, karanlıkta okula gidip karanlıkta gelmeyi, böylece hayatı es geçmeyi.
Saati sol kola, alyansı sol elin yüzük parmağına takmayı….
Bunların bir kısmı zararsız, masum şeyler ama masum olmayanlar da var. Mesela illet bir hırsız olduğunu bildiğiniz biri belediye başkanı olunca gidip el aman, iş dileniyoruz. neden çünkü o makamı haram yeme yeri olarak kabullenmişiz ve normal karşılıyoruz.
Dini Arapça’ya mahkum etmişler, Arap örflerini dinleştirmişler, bize Türkçe ibadeti yasak etmişler. Aklımızı kullanmayı, öğrenmeyi yasaklamışlar, kabullenmişiz.
Şeytanı, şeytanları unutturmuşlar da maziden bir hayal etmişiz iblisi, ordusunu. Halbuki varlar, yaşıyorlar, aramızdalar…
İş dünyası çok daha acımasız…. tatil, tasarruf, ev sahibi olmak artık hayal ötesi. Ekmek eskiden aslanın ağzındaydı şimdi alev saçan dinozorların midesinde. Ama çalışmayı mecbur etmişler.
Su hak ve helal iken parayla satmışlar bize, su parası ödemeye alıştırılmışız.
Erken öten horozun kafasını keserler demişler…. susmuşuz.
Denize düşen yılana sarılır demişler… kanmışız.
bal tutan parmağını yalar demişler… harama alıştırılmışız.
Her yeni günde biraz daha fazla şartlandırılıyoruz, alışkanlıklarımız değiştiriliyor, evcilleştirilip, fakirleştirilip, yeniden yaratılıyoruz birilerince. Artık eskisi gibi masum da değiller ve sırf para kazanmak için yapmıyorlar bunu eskisi gibi. Ezmek, kan emmek, ruhumuzu, hayallerimizi çalmak için yapıyorlar.
Salgınla korkutuyorlar mesela… aşıları dayıyorlar mecburen oluyoruz. Otobüse, uçağa bindirmiyorlar…
Seçimlerde iki adaydan başkasını kimse çıkartamıyor siyaset arenasına…. ikisinden birini seç diyorlar, oysa ikisi de aynı takımda.
Şekilcilik kapladı dört yanımızı, ruhu kaybettik, paraya endeksli hayatlar yaşar olduk öğrettikleriyle.
Öğretilmiş çaresizliklerimiz ile para ilahımız oldu, bilim ilahımız oldu, ibadet, konfor ayrı ayrı ilahlar irili ufaklı.
Medyayı aldılar ellerine, haberlerle, dizilerle, reklamlarla doldurdular, değiştirdiler bizi. Dizi aralarına bile ustaca reklamlar koydular, subliminal mesajlar.
İftar sofralarına kola koymaya eğittiler bizi canım ayran, hoşaf varken…. yalan mı?
Pahalı giyinmemiz için modayı yarattılar kim yaptıysa mal satmak için, kandık, maaşları yatırdık her sezon. Yalan mı?
Lüks arabaları kakaladılar alttan alttan kanımızı emmek için…. yalan mı?
Velhasıl öğretilmiş çaresizliklerimizi değiştiremiyoruz, kaçıp kurtulamıyoruz. Sistemi öyle kurmuşlar ki kapitalist düzen, din tahrifatı, eğitim anarşisi, kültür deformasyonu, empoze sağlık ve tarih her yanımızda.
Bırakın… dizilerden öğreniyor bazıları tarihi, onların senaryo olduğunu unutarak.
Bu kadar zavallıyız. Bence.