Kadim eski dönemlere ait en meşhur olgu Nuh tufanıyla beraber kaçınılmaz olarak Mu ve Atlantis kıtalarıdır. Mu ve Atlantis tüm mistik uygarlıklar ve dinler tarihinde yer alan iki kıtadır. Hakkında çok az şey biliniyor olsa da bu iki kıta ve oradan dünyaya yayılan kollar ve bu kolların taşıdığı ilim seviyeleri mitolojik tüm efsanelerin ilgi alanı olmuştur. Bu iki kıtanın halkları konusunda başlıca iki görüş vardır; ilki bunların şu anki doğu ve batı blokları gibi sınırsızca silahlanan ittifaklar olduğu ve çıkardıkları bir savaşla kendilerini de yok ettikleri, ikincisi Atlantis’in şer güçlerin (şeytanların) ve Mu’nun salih güçlerin (insanların) yaşadığı yerler oluşudur. Atlantis’in ateş ve Mu’nun su uygarlığı olarak tarif edilmiş olması da bunu gösterir ama bu Mu insanlarının azmış olabileceği ihtimaline de engel teşkil etmez.
Anlaşıldığı kadarıyla Atlantis teknoloji olarak ilerlese de mükemmelliği yönetimde yakalayamamıştı. Büyücü kralları vardı. Bu krallar etrafa zarar verip, insanları köleleştiriyordu. Rivayete göre Atlantis’in zihin kontrol silahlarına (büyülerine) karşılık Mu’nun dev tahribatlı ışın silahları vardı.
Mu kıtası hakkında ilk bilgiler ise James Churchward’a dayanır. Naacal çözümlemelerini 5 kitapta toplayan James Churchward’a göre, Mu ana kıtasında 64 milyon kişi yaşıyordu ve bu insanların sembolizme dayanan tek tanrılı bir dini vardı. Yazıtlarda geçen, sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır’a da taşınmış olan “Ra” sözcüğü güneş anlamına gelip, daire ile ifade edilen güneş sembolüyle tek tanrıyı simgelemede kullanılıyordu. Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında “Ra-Mu” adıyla ifade ediliyordu.
Churchward’ın çözümlemelerinde, teknolojik olarak çok gelişmiş olan Mu uygarlığının diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başladığı, en bilinenlerinin Hindistan, Babil, Pers, Mısır ve Maya kolonileri olduğu ileri sürülüyordu. En büyük koloninin ise başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu olduğu belirtiliyordu. Churchward, Çin’in Xian şehrine 100 km uzaklıktaki Qin Ling Shan dağlarında 400 piramidin bulunduğunu ileri sürerek, bunların Büyük Uygur İmparatorluğu’na ait olduğunu iddia ediyordu. (Böylece, Uygur İmparatorluğu’nun Mu uygarlığıyla ilintisini gösteren yazıtlar sonuçta Türk kökenini de Mu kıtasına dayandırmış oluyordu- ki bu konu Atatürk’ün de dikkatini çekmiş ve bir ekip tarafından araştırılmıştı.) Keza Uygur insanları ile ABD (Denver, Hopi yerlileri) yerlileri arasında da benzerlikler söz konusuydu.
İzleri ancak farklı kolonilerde bulunan yazıt ve tabletlerle sürülebilen Mu uygarlığının, Amerika’dan Mısır’a, Orta Asya’dan Mezopotamya’ya kadar yayılmış olduğu düşünülüyordu ve kıta dışındaki uygarlıklarda bulunan kitabelerde belirtildiğine göre Mu kıtası, bir deprem, tsunami veya tufan sonucunda yok olmuştu.
Ulu önder Atatürk, hayatının son yıllarında dil, tarih, kültür ve coğrafya çalışmaları kapsamında yoğun emek ve zaman harcamış, bilhassa Mu kıtasına yoğunlaşmıştı. O’na göre Orta Asya Türklerin anayurduydu ve Türkler oraya (tabletlere göre) Mu kıtasından gelmişti. Dolayısıyla Türk tarihi ve Türkçe bilinenden çok daha eskiydi ve Tahsin Mayatek sayesinde haberdar olduğu tabletlerle ilgilenmesi de bu nedenleydi. Lakin fani ömrü vefa etmedi ve çalışmaları yarım kaldı.
Atlantis ve Mu kıtalarının 12.000 yıl kadar önce şiddetli bir deprem ve tsunami sonucunda batarak yok olduğu konuyla ilgilenen her kesimden araştırıcının ortak fikridir. Bazı Tibet, Maya, Hindu belgeleri, söylencelerinde ve Tevrat gibi din kitaplarında ve mitoslarla karışmış efsanelerde ise, bu iki uygarlık arasında savaş çıktığı, bu savaşta bugün bile erişilemeyen düzeyde üstün silahların (bunların teknolojik değil büyüsel olabileceği göz ardı edilmemelidir) kullanıldığı, bu üstün silahların bir sıcaklık şokuna yol açtığı, böylece büyük depremlerin ve dev dalgaların (tsunami) oluştuğu ve bu kıtaların karşılıklı olarak aynı anda batarak yok olduğu ileri sürülüyor. (Ayrıca, Mu ve Atlantis halklarının Tanrıya ortak koşma, azgınlık, sapıklık, üstün genetik ve tıp çalışmalarıyla doğa olaylarının işleyişine karışmak ve teknolojiyi kötüye kullanmak gibi sebeplerle AD KAVMİ gibi helak edildiklerine ilişkin kabuller de mevcuttur.) Kurgusal olarak Nuh tufanı ile Mu ve Atlantis helakı birleştirilebilirse de kesin bir kayıt kayıt yoktur. Şayet sihir güçlü silahlar üretildiyse ve küresel bir savaş çıkartıldıysa, o zalim hükümdarlar insanlara eziyeti reva görüyorsa bu da şeytanın o zaman diliminde o coğrafyaya yılan gibi çöreklendiği anlamına gelir. Tıpkı bu zamanda süper güçlere musallat olup, şiddet ürettirdiği gibi.
Mu ve Atlantis’in genetik şifrelerini Mısır, Yunan, Aztek, Maya, İnka uygarlıklarında, hatta Orta Asya’da görmek mümkündür. Keops piramidinin ortasından itibaren geçen çizginin doğu ve batı anlamında Atlantis ve Mu kıtalarının sınırları olduğu da kabuller arasındadır.
Bir diğer tez de şudur; Mu ve Atlantis’i şeytan ve cin kavramlarıyla ilişkilendirmek!?
Şeytanın tahtı denizlerdedir yorumu gereği insanların çoğu Bermuda Şeytan Üçgeninin esrarengizliğinin Atlantis’ten kaynaklandığını düşünür. Yine bazı kaynaklar, masonların sırlarının sanıldığı gibi Hiram ustadan değil ondan da önce Atlantis ilmi olduğunu söylerler. Eski çalışmalarda Atlantik okyanusunun ortasında gösterilen Atlantis kıtası, Amerika Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) haritaları ve veri tabanlarından ve Jeofizikçi John K. Hall’den bir Rus petrol gemisinin 1980 yılında Doğu Akdeniz deniz tabanından topladığı verilerden çıkarttığı üç boyutlu verileri ve batimetrik (derinlik) haritalarını delil kabul eden Robert Sarmast’a göre doğu Akdeniz’de (levantine havzası) bugünkü Kıbrıs’la Suriye’nin arasında yer almaktadır. Bugünkü Kıbrıs, batan Atlantis kıtasının en üst noktasını oluşturur. (Kıbrıs açıklarında doğalgaz arama gayretlerine bu ihtimal üzerinden de bakmak gerekir.) Atlantis’ten sağ kalanların ağırlıklı olarak göç ettiği yer kabul edilen Mısır’ın, Atlantis’in bir kolonisi olduğu, tufandan sonra kurtulanların bir kısmının gelip medeniyeti yeniden inşa ettiklerine inanılır. Mısır ve Meksika uygarlıkları (Aztek, Maya vb.) arasında gözle görülür benzerlikler olması da aynı kökten geldiklerine işarettir. Kıtanın gizemleri ise hala saklıdır.
Atlantis ve Mu kıtalarını kutuplaşmış hale getiren, savaştıran şeytanın o zamanki imparatorluğu da anlaşılan odur ki Atlantis kıtasında idi… Nihayet felaket azgınlıkla geldi ve bu arada iki kıtada yok oldu???
Bence konu alakayı hak ediyor ve bilebildiklerimiz doğruysa bu dünya kadim tarihi, dinler tarihi ve Milli tarihimiz anlamında gayet önemli hususlar içeriyor.
Peki konu bu kadar önemliyken araştırmaları kim engelliyor ve Atlantis’i bir hayal ürünü yahut çocuk romanı haline döndürüyor? Katilin kan izlerini silmesine benzemiyor mu bu hareket?
Benden demesi.