Bu meslekte….yılını acı tatlı anılarla tamamlamış bir sınıf öğretmeni olarak her günümün bir anı olduğunu düşünsem de beni derinden gururlandıran bir olay var ki hafızamdan asla silinmedi, silinmeyecek te.
Her zaman doğu ve batı illeri arasında eğitim seviyesini, doğudaki çocukların fırsat eşitliğinden olumsuz etkilendiğini konuşmuşuzdur. Batıdaki imkanlar doğu ilçelerinde ve hatta köylerinde olsa o kırçiçeklerinin neler yapabileceğini tartışmışızdır. Hatta okula gönderilmeyen veya ilkokuldan sonra okuldan alınan kız çocukları hep içimizde burukluk yaratmıştır.
Buna en güzel örnek teşkil edecek şekilde; bu illerde sekiz yıl köyünden ilçesine kadar görev yapmış biri olarak Artvin ili Borçka ilçesi Atatürk İlköğretim okulu öğretmeni olarak görev yaptığım yıllarda öğrencim olan Güldeniz’i anlatmaya çalışacağım size…
Güldeniz, ilkokul ikinci sınıfta öğrencim oldu. İlk intibam; bakımsız, yoksul, pis, yorgun ve bıkkın ama esrarengiz bir şekilde hevesli olduğuydu. Gözlerinde derin olduğu kadar acılı bir öykü saklıydı. Allah biliyor ya başlarda ilkokulu bile bitiremez, bitirse de devam etmez demiştim hep. Ayrılır, çalışır, genç yaşta evlenir vs…tam lirik şiiri gibi bir hayatı olur demiştim.
Gün geldi dersleri aksadı, ödevleri yapılmadı, hatta ödevler unutuldu. Defteri çantası önlüğü hiçbir zaman tam olamadı. Eskiydi, kopuktu, yırtık ve yamalıydı. Fakat gözlerinde başka bir şeyler vardı.
Güldeniz ilk sınavlarda bir hayli zorlandı. Ortalaması üç civarındaydı, okuması yazması sınıfın gerisindeydi. Daha kötüsü diğer öğrenciler kılık ve kıyafeti, kokusu, dersleri nedeniyle onunla arasına adeta duvar örmüştü. Güldeniz bu yüzden teneffüslerde bile tek başına dolaşır, sıcak kaloriferin başında hem ısınır hem kitap okumaya devam ederdi. Verdiğim yüzlerce kitabı çok kısa zamanda okuyarak beni bir hayli şaşırtmıştı o zamanlar. Kantine gittiğini ise hiç görmedim.
İlk haftalar geçip Kurban bayramı yaklaştığında ailesiyle tanışıp bayramlaşmak istediğimi ilettim, Güldeniz’den evin tarifini alıp yola koyulduğumuzda arabayla tam 35 dakika yol gideceğimizi, yolun bozuk ve civarın tenha, hava sıcaklığının ilçeye göre en az beş derece daha düşük olduğunu bilmiyordum.
Bilmediğim bir şey daha vardı. Güldeniz’in bu evden okula nasıl gelip gittiği? Hele sabahları, hele kışları?
Evleri uzaktan göründüğünde kendimi araba hurdalığında gibi hissettim.
Peynir tenekeleri ile kaplı bir çatı, bir şeytan bacası, ahşap – teneke karışık derme çatma duvarlar, ağır tezek kokusu, etrafta hayvan çitleri, üç beş hayvan, hayvanların yanından geçen ayak yolu, sineklerle dolu çamurlu bir bahçe. Manzara buydu. Civarda ne bir ev, ne elektrik ne su….Hiçbir şey. Yokluğun ortasında bir yaşam…Karda açan kırçiçeği gibi.. yalnız ve ölmeye yüz tutmuş zor bir yaşam.
Güldeniz ve ailesi küçük kardeşleriyle birlikte bahçede bizi bekliyordu. Tanışıp evin içine girdiğimizde manzara hiç değişmemişti. İki odacık, mutfak salonun içinde, hela dışarda, kırılmaya yüz tutmuş bir masa, bir eski divan, yerde parçalanmış bir kilim, bir şeytan sobası, köşede sandık üstünde üç dört pamuk yatak….
Daha fazla anlatmaya gerek yok. Laf arasında konu Güldeniz’e gelince babası gözleri parlayarak şöyle demişti; “O okuyacak öğretmen hanım.” “Kardeşleri de” Bu şartlarda? Ne kadar?
Gün ilerlerken eve dönüş yolunda aklımda yüzlerce tereddüt vardı. Güldeniz için yapılacak çok şey vardı ve yapılmalıydı. Yoksa?? O mesafeyi kışın bile yürüyerek kat eden, soğuktan titreyerek ders çalışan, elektriği değil gaz lambasına koyacak gazı bulunmayan yoksul bir evde yaşayan Güldeniz okumalıydı?
Kaymakamlık, Okul, Belediye nezdinde girişimler sonucu bir takım maddi imkanlar sağlamak zor olmadı ama bu pansuman tedbirlere eşimin kanalıyla temin edilenler dahil yetmedi…yetemezdi. Sevinen ancak mütevaziliğinden, kararlılığından bir şey kaybetmeyen Güldeniz’in kız kardeşlerine bile evde öğretmenlik yaptığını, annesine bile okuma yazma öğrettiğini sonradan öğrendim.
Sınıf arkadaşlarına ve okul idaresine onunla ilgili beklediğim sağduyuyu anlatınca arkadaşları da aradaki duvarı kaldırmasalar da alçalttılar.
Hala arkadaş çevresi sınırlı olan, ancak teneffüslerde nadiren oyunlara bile katılan Güldeniz’in ısınan havalarla birlikte dersleri düzelmeye başladı. Benim saygım, arkadaşlarını ve idarenin ilgisi arttıkça Güldeniz kendisini iyice geliştirdi, büyüdü, büyüttü. Bazı günler hasta olup okula gelemese de verdiğim ödevleri tamamlamış olarak geldi her defasında. Bu kararlılık ve azim hiç bitmeyecekti…
Aylar yılları kovaladı. Dört yıl sonra benim Tekirdağ’a tayinim çıktığında Güldeniz’in aile ortamı değişmemiş ama kendisi başarılı ve düzenli bir öğrenci olmuştu. O’na diplomasını ellerimle vermenin kıvancını yaşadım son sınıfta.
Zaman unutulmaz denilenleri bile unutturuyor insafsızca. İlk birkaç sene haberlerini aldım. Orta okula devam ettiğini, notlarının iyi olduğunu, kardeşlerinin de okula başladığını vs…Sonra…sonra kopukluk girdi araya ve uzun zaman haber alamadım sorumsuzca. Benim hatamdı.
Aradan geçen 14 yıl sonra izini iyice kaybetmiştim Güldeniz’in. Artık Artvin’de de değildi. Taa ki…..
Bir gün internette bir paylaşım sitesinde KIRÇİÇEĞİ GÜLDENİZ diye bir mesaj görünce…mesajını okuyup, resimlerini görünce…o dört yıl gözlerimden film olup geçti bir kez daha. Güldeniz öğretmen olmuş, sınavları kazanmış, üç ay önce Zonguldak’ta göreve başlamıştı. Kardeşleri lisede okumaktaydı. Anne ve babası vefat ettiğinden kardeşlerini de yanına almış onlara hem annelik hem babalık yapıyordu.
İşte benim Güldeniz’im bu. Şimdi hala başarılı bir öğretmen olarak çalışmaya devam ediyor.
Şimdi kendimize soralım ve o küçük kıza şapka çıkartalım. O şartlarda, o zorluklarda kaçımız? Ne kadar? Evet cevapları zor…
Güldeniz’le sık sık görüşüp nice Güldeniz’ler yetiştirmek için güç birliği yaptık. Değişik ortamlarda gönüllüler birliği kurmaya çalıştık. Gücümüz yettiğince de bundan sonra da çalışmaya devam edeceğiz.
Ben şimdi tüm öğrencilerime O’nu ve kardeşlerini örnek veriyorum. O’da kendi Güldeniz’lerini…Bu başarı öyküleri hiç bitmesin..
Kırçiçeklerinin, Güldeniz’lerin hiç bitmemesi umuduyla…
Anonim