Kehanet ve fallar
Kehanet, gaip (gayb) olarak adlandırılan fizik ötesi alemden, cinlerden ve gelecekte gerçekleşecek olaylardan haber almak-vermek demektir. Kehanette bulunan kişilerin özel güçlerle donatıldığına ve kalp gözlerinin açık olduğuna (!) inanılır. Ruh çağırma seansları da bu kapsamdadır. Bu işle ilgilenenlere de kahin denir. Astroloji bir bilim dalı kabul edilse de konunun fal ve gayb bölümü fal ve kehanet kapsamındadır. Kahve falı ise bu işin halk arasında en yaygın olan halidir. İşin özeti bilinmeyeni, bilinemeyeceği bilme iddiasıdır. Yani gaybdan haber vermek.
Dinen gaybı kimse bilemez. Yani iman ediyorsak bir kere bunu kabul edeceğiz. Yağmuru, yarını, geleceği, başa gelecekleri, ne zaman ölüneceğini kimse bilemez. Ayet böyle diyor. Buradan hareketle diyebiliriz ki tüm bu sayılan haber vericiler gerçeği değil tahmini dile getirir.
Üç harflilerle temasta olanlar olabilir. Metafizik konusu kapsamına giren bu haller artık inkar edilmiyor ama onda da nüans şudur; geleceği cinlerde asla bilemez. Uzun yaşadıkları, evveliyatımıza şahit oldukları için tahmin yürütür, alay eder, eğlenirler. Fısıldarlar belki ama hepsi bu kadar. Gayb sadece Allah’ındır. Rahmani cinlerle temasa da ben şahsen inanmıyorum çünkü hadleri değildir ve bu dünyaya sürgün edilmemişlerdir. Buradakiler isyana katılan cinlerdir. Melekler zaten yardım edemez çünkü haddi aşmaktan korkarlar.
Astroloji gezegen ve yıldız hareketleriyle alakalıdır ama bundan burçları çıkartmak, o burçlardan kaderi ve geleceği ölçümlemek de yanlıştır. Çünkü dediğim gibi gelecek sadece Allah’ındır.
Medyumlar, ruh seanslarında gelenler de (geliyorsa) üç harflilerdir çünkü ruhların öte alemden bu aleme geçişi zinhar yasaktır. Reenkarnasyon diye bir şey zaten dinimizde de yoktur. (Mesih bu nedenle gelmeyecektir.)
Ama kehanetle, medyumlukla, falla aldatan, soyan, kendisine bağımlı hale getiren yüzlerce haber verici ! vardır.
Bu fallara, kehanetlere inanan da bir o kadar fazladır.
Konunun üç harfliler boyutunu açmak isterim. Hz. Süleyman zamanında kahinler cinlerle işbirliği yapıp, ordular kurmuşlar ve 4 sene sadece Kral olan Hz. Süleyman’a kan kusturmuşlardı. Ondan sonradır ki Kral Allah’a dua edip kimse de olmayan güç ve hüküm istemek için yalvardı ve duası kabul oldu. SOnra cinler, bulutlar emrine verildi, hayvanların konuşmasını dahi anlar hale geldi. Nitekim o mabet inşası da kendi ilmiyle, inşaatta çalışan cinlerin marifetiyle yapıldı ve öldüğünde hala mabet tamamlanmamış olduğundan Peygamber bir kez daha dua etti ve mabet bitene kadar öldüğünün anlaşılmamasını diledi. Bu duası da kabul oldu ve asaya tutunur vaziyette bir yıl öyle kaldı. SOnra mabet inşası bitti, bir tahta kurdu asayı kemirdi ve kırdı. Peygamberin öldüğü anlaşılınca kahinler, cinler serbest kaldılar ve kaldıkları yerden (36 sene elleri bağlı kalmışlardı) yaşamlarına döndüler. Çünkü üç harflilere hükmetme yetisi sadece ona verilmişti, diğer peygamberlerin bile böyle bir gücü yoktu. Hele şimdi kimse de bu güç yok.
Yani üç harfliler bu sınav alanı dünyada bizlerle birlikte ama farklı boyutta yaşıyorlar, uzun zamandır buradalar, boyut değiştirip, hızlı hareket edip, kılık değiştirebiliyorlar. Bu da demek ki bir şekilde birileriyle temas kurabilirler. Ama bu geleceği bildikleri anlamına gelmez.
Hz. Süleyman zamanı kahinler sihir ve büyü ile uğraşıyordu. Hatta Allah tarafından görevlendirilmiş iki melek insanlara büyü öğretmek için gönderilmişti. Karı ve kocanın arasını açan büyü bile öğretiyorlardı. (Belki fazlası vardı) Ama diyorlardı ki öğretiriz ama yaparsanız dünyadan nasibiniz olmaz, ahiretten de. Yazık ki gözünü dünya hırsı bürümüş kahinler öğrendiler, uyguladılar, ordular kurup Kral’a saldırdılar. İnsanlarla cinler kol kola Peygamberin ordularına saldırıp can aldılar.
Hz. Peygamber olağanüstü güçleriyle onları yendi, emrine aldı, büyü kitaplarından ulaşabildiklerini toplayıp yaktırdı. Ama eceliyle birlikte toplanamayan kitaplar yeniden ortaya çıktı, hatta kahinler kitapların bir kısmını saraya tahta döşeme altına koydurup Peygamberi büyü yapmakla suçladılar. Maksatları onun da kendileri gibi olduğunu ispat etmekti. Oysa Peygamber büyücü değildi ve kerameti Allah tarafından bahşedilmişti. Neyse…
Gaybı bilen olamayacağına göre fallar ve kehanetler eğlence maksadından öte gidemez, gitmemelidir. Hani derler ya fala inanmayın ama falsız kalmayın diye işte öyle.
Lakin diğer yandan buna ciddi anlamda değer veren art niyetliler olduğunu da bilin. Soytarıları ve para tuzağı kuranları da.
Hele sihir ve büyüden zinhar kaçının ki ahiretiniz heba olmasın.
Sihir de, büyü de, nazar da gerçektir. Peygamberimize de büyü yapılmış, sayısız kez nazar değmiştir. Ama o kendisine dua etmekle iyileşmiş, başkalarından yardım almadan şifayı Allah’tan beklemek imanını göstermiştir. Yani şifayı veren de sadece ve daima Allah’tır.
O halde cehaletle şifa veya devayı başka mecralarda aramayın. Haddinizi aşmayın ve kandırılmayın.
Benden demesi.