Kavimler neden helak edildi
(Uzun dini içerikli yazı, okuma süresi 20 dakika)
Dinler tarihi ve özellikle kitabımız Kur’an helak edilen kavimlerden ve sebeplerinden bahseder uzun uzun. Bundan gaye korkutmak değil ikaz ve ihbar etmektir. Çok fazla detay verilmeyen bu izahlarda helak edilen kavimler olarak tanımlanan lanetlenmiş toplumların en büyük ortak paydaları doğru yoldan uzaklaşarak cezayı “hak etmiş olma”larıdır.
Hepsinin ortak yok edilme gerekçeleri şöyledir;
– Allah’ı inkâr etmek, ortak koşmak, başkaca şeylere tapmak veya yardımcı edinmek,
– Lider ve önder olarak batıl fikirli ama zengin ve itibarlı kimseleri edinmek
– Bu batıl liderlere kayıtsız şartsız uyarak onları ilah yerine koymak ve putlaştırmak
– Atalarından gelen yanlış itikatlara sarılıp hak dini inkâr etmek
– Peygamberleri, kutsal kitapları ve dolayısıyla ayetleri yalanlamak,
– Bol rızıkta sevinmek darlık ve kıtlıkta Allah’ı pintilikle suçlamak,
– Zor anlarda Allah’a yalvarıp, rahatlayınca Allah’ı unutmak,
– Her affedilmeden sonra Allah’a verdikleri sözü unutmak ve yeniden küfre gitmek
– Mal, evlat, para gibi el kiri dünya malına tamah etmek,
– Geçmiş musibetlerden ders almamak, ayetlere ve Peygamberlere kulak asmamak,
– Mucize olmadan, hatta mucizelere rağmen inkârda direnmek,
– Haddi aşmak, günah ve haramda aşırı gitmek, – Şeytan ve nefsin tuzaklarına, heves, istek ve şehvetlerine mağlup olmak,
– Hesap ve mizana inanmamak veya affedilmeyi ummak,
– Yüce Allah’ın rahmet ve merhametini suiistimal edecek kadar yüzsüz ve cüretkâr olmak,
– Peygamberlerden Allah’ın azabı isteyecek kadar bilgisiz, yüzsüz ve imansız olmak,
– Ahlaksız, adaletsiz, kibir ve hile dolu hayat sürmek,
– Zorbalık, zulüm, hile ve ahlaksızlığı bir yaşam tarzı olarak uygulamak.
Bu ortak lanet davetiyelerinin yanında toplumlara has hatalar sonrasında gelen tembihlere, ikaz ve uyarılara rağmen inkârlar devam etmiş, helak gerçekleşmiştir. Yüce Rabbin insanlara tövbe edip dönecekleri umuduyla zaman vermesi, cezalarını geciktirmesi bu toplumlar tarafından affedilmek veya cezadan kurtulmak şeklinde anlaşılmış, buradan Peygamberin yalancı olduğu sonucu çıkarılmış, hatta bazı toplumlar Peygamberlere “Sen Peygambersen ve Allah varsa (Haşa) Rabbine söyle cezamızı hemen göndersin” demek densizliğinde bulunmuşlardır.
Ne yazık ki lanetlenen bu kavimler Peygamberleri öldürmüş, öğretilerini unutturmaya, yalanlamaya çalışmış, dine tabi olmak umuduyla gelen insanları mekânlardan uzak tutmaya ve dine girmeye çalışan iman edenlere de eziyet etmeye gayret etmişlerdir. Böyle yaparak Allah’ın dinine çok zarar vermişler ve cehennemin en derin kuyularına sahip olmuşlardır.
Anlaşılır olmayan yanı şudur ki; bir kâfir inanmıyor ve inkâr ediyorsa o kendi sorunudur. Pekâlâ, ahlaklı ve çalışkan olabilir. Hatta toplumda saygı bile duyabilir. Peki, o zaman bu saldırganlık, yalanlama ve rest çekme nedendir? Bunun cevabı büyüklenmede, maddi çıkarda ve rızkın çok olması nedeniyle başarıyı Allah’tan değil kendisinden bilmekte yatar. Bu kâfirlerin saldırganlığı ise maddi durumlarına dokunacak ufak kayıplardan, zevk ve sefalarından eksilecek anlık eğlencelerden kaynaklanmaktadır çoğu zaman.
Bu toplumlar dünyevi hastalıklardan kurtulup ahireti yaşamı tasavvur edemedikleri için Peygamberlerin zenginlerden veya ileri gelenlerden seçilmesini ummuş, başkaları, fakir, ünsüz (ama ahlaklı, tertemiz, dürüst ve imanlı) insanlar bu şerefe mazhar olunca kabullenmemişlerdir.
Sonuçta Yüce Allah gerekli sabır, hoşgörü ve uyarıları takiben sözünü yerine getirmiş, Peygamberlerinin “Allah’ım sen aramızda hüküm ver” çağrılarına icabet ederek o toplumları helak etmiştir.
Helak olaylarının fiziki yapıları kıssaya göre farklılık gösterse de ortak noktaları; azgın toplumun yasağa öfkelenmeleri, toplumların iman edenler kurtarılacak şekilde yok edilmeleri ve gelecek nesillerin ibret almaları için her birinden izler kalmasıdır.
Peygamberler kendilerine son sözlerini söyledikten sonra inkârda devam etmeleri sonucu yerden veya havadan gelen ölüm hepsini yakalamış, çoğu bir ses ile donakalmış, gaz-alev karışımları bedenlerini yakmış, depremler ile devasa yapıları yerle bir olurken, toprak neredeyse altüst olmuş ve adeta alevlerden yanmış vücutlarının üzerlerini örtmüştür.
Cesetlerin uzun yıllar bozulmadan saklanabilmiş olması da ibretlik hallerinin bir başka işaretidir.
Kur’an-ı Kerim’de bahsedilmeyen pek çok helak olayı da vardır elbette. Biz sadece Kur’an’da yazıldığı kadarını biliyor ve itimat ediyoruz. Ama mesela Pompei halkının yanardağ ile MÖ 2000 yılında gerçekleştiği tahmin edilen helakı, o şehrin, o medeniyetin, o toplumun o zaman ki ahlaksızlık durumları dikkate alınarak Lut kavminin yaklaşık MÖ 1800 yılındaki helakı ile benzerlik göstermektedir. Fuhuşa batmış Pompei ile eşcinselliğe dadanmış Lut kavminin ahlaksızlıkları da, akıbetleri de bu anlamda benzerdir. Aralarında en çok 200 sene olan bu iki olay fuhuş ve zinanın ne denli büyük bir günah olduğunu da göstermektedir. Pompei halkının o zamanlar bir peygamber tarafından ikaz edilip edilmediğini bilmiyoruz ama Lut kavmi bizzat Peygamber tarafından defalarca ikaz edildiği halde uslanmamış ve azmaya devam etmiş, sonunda da helak edilmiştir.
Kur’an’da; zina, eşcinsellik, taciz, tecavüz ve fuhuş en büyük günahlardandır. Maalesef Müslüman olmayan toplumlarda eşcinsel evlilik yasal hale gelmiş, hatta imrendirilmiş, bazı Müslüman ülkelerde de zina suç olmaktan çıkarılmıştır.
Kur’an’da hepsini yakalayan bir ses’ten bahsedilir. Bu ses kıyamet tasvirlerine benzemektedir. O esnada herkesin ölmesi anlamına gelen bu ses diğer canlıları da etkisi altına almıştır.
Doğrusunu Allah bilir ama hadislerden anladığımız kadarıyla kıyamet yaklaştığında iman edenlerin hemen öncesinde (bir rüzgar ve bulutla ruhlarının tatlı bir şekilde alınacağı) kurtarılacağı ve kıyamet azabını sadece kafirlerin yaşayacağı anlatılmaktadır. Kavimlerin helak edilmesi bu nedenle onların kıyameti olmuştur. İman edenler hemen öncesinde kurtarılmış, kâfirler istisnasız yok olmuştur. Bunun için tüm dünyanın yok edilmesi de gerekmemiştir.
Kur’an’da o toplumlardan “sanki hiç yaşamamış gibiydiler” şeklinde bahsedilmektedir. Toptan ve adaletli bir şekilde, yaşamayı hak etmeyenler en uygun ceza ile cezalandırılmış ve tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Cezalarını bulan bu kavimlerin ahiret cezaları da muhtemeldir daha onlar kabirdeyken başlamıştır. Kurtuluşları da yoktur.
Bu helaklerde bir Peygamber olan Hz. Lut’un karısı helak edilirken, Musa Peygamber hadisesinde kafir olan Firavun’un karısı rahmete kavuşanlardan olmuştur. Bu durum eşlerinden kaynaklanan insani, maddi, ahlaki ve dini derecelere rağmen insanların iyi veya kötü nasıl değişebileceğini, iman ve tövbe edenlerin nasıl mükafatlandırılacağını göstermektedir.
“Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi. Allah, iman edenlere ise, Firavun’un karısını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti. Allah, bir de iffetini sapasağlam koruyan ve bizim de kendisine ruhumuzdan üflediğimiz, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayan İmran kızı Meryem’i de (inananlara) örnek gösterdi. O itaat edenlerdendi.” (Tahrim 66/10-12)
Helakların özel durumlarına bakılacak olursa;
-Nuh Peygamberin uzun yıllar davet ettiği, dine girmeyen, Allah’ı inkârda ısrar eden kavim, inşa edilen gemiyi ve son ikazları da alaya almış, aralarında 950 yıl yaşayan Nuh Peygamberin “Allah’ım yeryüzünde bir tek kâfir bırakma” duasıyla helake uğramıştır. Nuh tufanı yerden ve gökten gelen aşırı miktardaki suyun bir ilahi emir ile birleşmesi, iman edenler yani gemiye binenler hariç herkesi (Nuh Peygamber oğlu dâhil tüm kâfirleri) yutması şeklinde cereyan etmiştir.
– Kadınlar yerine erkeklere şehvet duyan ahlaksız Lut kavminin helakı; aniden gelen ses, deprem, gaz fışkırması gibi birden çok afetle olmuş, sonuçta kavmin yaşadığı topraklar ters yüz edilerek, göl (Lut Gölü) suları altında kalmıştır. Kavim, Allah’ın elçileri iki meleğe şehvet duyacak ve Peygamberin evine gelip onları isteyecek kadar azgın, inançsız ve kördü.
– Kendisini ilah sayan Firavun’un ordusu, Musa Peygamber ve İsrailoğullarını yok etmek gayesiyle peşlerinden giderken mucizevi şekilde açılan denizin içinde boğulmuş, son anda iman etse de kar etmemiş, cesedi ibret olması açısından bozulmadan bugünlere kadar gelebilmiştir. Firavun kendisine sayısız mucize ve felaket gösterildikten sonra bile inkârını sürdürmüş, kendisini önce ilah sonra ilahların ilahı olarak adlandırmış, erkek çocukları öldürecek, zulmedecek, halkına kötü muamele edecek kadar imansız, kalbi mühürlenmiş, büyüklenmiş bir haldeydi. Yakınlarındakilerin, en güvendiği sihirbazlarının iman etmesine rağmen o inkârı seçmiş ve inkârını masum iman edenleri öldürerek sürdürmek istemiştir. Ancak Hak kazanmış, batıl yok olmuştur.
– Ölçü ve tartıda hile yapan, zorbalık edip insanları soyan Eyke ve Medyen halkı Şu’ayb Peygamberin öğütlerini dinlememiş, Medyen halkı ani sesi takiben depremlerle, Eyke halkı yedi gün süren kavurucu sıcak ve akabinde serinlemek için altında toplandıkları bir buluttan gelen ateş demetiyle helak olmuştur.
– Puta tapan Semûd kavmi Salih Peygamberin Allah’a ibadet çağrısına kulak asmamış aksine inanmalarını temin için kendisinden mucize istemiştir. Peygamber Allah’ın vahyiyle taştan bir dişi deve (Nakatullah = Allah’ın devesi) çıkarmış ve devenin nehirden kabileyle dönüşümlü olarak su içme hakkına riayet edilmesini, deveye dokunulmamasını istemiştir. Ancak kavim bazısı sonradan pişman olsa da deveyi kesmiş ve helake muhatap olmuştur. Peygamber iman etmeyenlerden bazısının azabı istemesi üzerine üç gün sonra gelecek azap haberi verilmiş ve üçüncü gün sonunda iman etmeyenler korkunç uğultulu bir ses ile helak edilmiştir.
– Hz. Hud, tüm peygamberler gibi puta tapan kavmini ortak koşmadan Allah’a iman etmeye ve kendisinin söylediklerine itaat etmeye çağırmıştır. Çok iri ve güçlü yapıya sahip kavim, Hz. Hud’a düşmanlıkla cevap vermiş, itaate yanaşmamıştır. Âd kavmi, uğultulu ve dondurucu şiddetli bir rüzgârla helâk edilmiş, Allah, afeti kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etmiştir. Bu güçlü ve cüsseli kavmin bile bir ses ile helak edilmesi müteakip kavimlere “onlar sizden daha güçlüydü” örneğiyle de ibret olarak gösterilmiştir.
Kıssalar düşünüldüğünde tüm tarih boyunca kavimlerin kendi içlerinde yaşayan, kendilerinden biri olan mucizelere sahip arkadaşlarına nasıl itimat etmedikleri, atalarından gelen alışkanlıklara nasıl bağnaz bir şekilde bağlı kaldıkları, mucizeleri nasıl sihir olarak niteledikleri daha iyi anlaşılacaktır. Cüretleri Peygamberi alaya alacak, taşlayacak, öldürecek kadar ileri giden bu kavimler helak edilecekleri haberlerini de imana çağrılmaları gibi ciddiye almamış ve bildirilen saatte iman edenler hariç tümü telef olmuştur.
“Bunların her birini kendi günahları yüzünden yakaladık. Onlardan taş yağmuruna tuttuklarımız var. Onlardan o korkunç sesin yakaladığı kimseler var. Onlardan yerin dibine geçirdiklerimiz var. Onlardan suda boğduklarımız var. Allah, onlara zulmediyor değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi! Şüphesiz Allah, onların, kendini bırakıp da başka ne tür şeylere taptıklarını biliyor. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. İşte bu temsilleri biz insanlar için getiriyoruz. Onları ancak bilginler düşünüp anlarlar. Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. İşte bunda inananlar için bir ibret vardır.”(Ankebut 29/40-44)
“Ey Muhammed! Eğer seni yalanlarlarsa bil ki, onlardan önce Nûh, Âd ve Semûd kavimleri de (peygamberlerini) yalanlamışlardı. İbrahim’in kavmi ile Lût’un kavmi ve Medyen halkı da (yalanlamışlardı). Mûsâ da yalanlandı ve nihayet o inkârcılara mühlet verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Beni inkâr etmek nasılmış, (gördüler). Halkı zulmetmekteyken helâk ettiğimiz, böylece duvarları, çökmüş çatılarının üzerine yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem saraylar vardır! Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur. Bir de senden acele azap istiyorlar. Hâlbuki Allah asla vaadinden caymaz. Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir. Zalim oldukları hâlde, mühlet verdiğim, sonra da kendilerini azabımla yakaladığım nice memleket halkları vardır. Dönüş yalnız banadır. De ki: “Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Hac 22/42-49)
“Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da Peygamberleri yalanlamışlardı. İşte onlar da (böyle) gruplardı. (O grupların) her biri peygamberleri yalanladı da onları cezalandırmam hak oldu. Bunlar da (müşrikler de) ancak (vakti gelince) asla geri kalmayacak korkunç bir ses bekliyorlar.” (Sad 38/12-15)
“Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı ve Semûd kavmi, Âd ve Firavun, Lût’un kardeşleri, Eykeliler, Tübba’nın kavmi de yalanlamıştı. Bütün bunlar (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanladılar, böylece kendilerini uyardığım şey gerçekleşti.” (Kaf 50/12-14)
“(Ey Muhammed!) Rabbinin, (Hûd’un kavmi) Âd’e, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem’e, vadide kayaları oyan (Salih’in kavmi) Semûd’a, kazıklar sahibi Firavun’a ne yaptığını görmedin mi? Bunlar şehirlerde azgınlık eden ve oralarda pek çok bozgunculuk çıkaran kimselerdi. Bu yüzden Rabbin onların üzerine azap kamçısı yağdırdı. Şüphesiz Rabbin, gözetlemededir.” (Fecr 89/6-14)
“Mûsâ, şöyle dedi: “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye lâyık olandır. Sizden önceki Nûh, Âd, ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin –ki onları Allah’tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz” dediler. Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor.” Onlar, “Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin” dediler. Peygamberleri, onlara dedi ki: “Biz ancak sizin gibi birer insanız. Fakat Allah, kullarından dilediğine (peygamberlik) nimetini bahşeder. Allah’ın izni olmadıkça, bizim size bir delil getirmemiz haddimize değil. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler. Allah, bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye O’na tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” İnkâr edenler, peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz. Onlardan sonra sizi elbette o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler içindir. Peygamberler, Allah’tan yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı.” (İbrahim 14/8-15)
Günümüzde gelinen noktada yaşananlar helak edilen toplumların yaptığı ahlaksızlıkların aynen yaşandığını göstermektedir.
Diğer hak dinlere mensup olanlar Kur’an’ın bildirdiğine göre; üçleme yani teslis, meleklerin cinsiyeti, Allah’ın oğlu, yardımcısı, eşi, benzeri gibi inanışlar nedeniyle zaten kâfir olmuştur. Bu toplumların diğer ahlaksızlıklara da meyletmesi ve Müslümanlığı da o yöne çekmeye çalışmaları normaldir. Ama iman edenler için önemli olan imandan ayrılmamak ve imanı tam tersine güçlendirmektir. Onların medeniyet adına öyle yapıyor olması Allah’ın onların günahını artırmak istemesinden ve onlara kanacak Müslümanları belirlemek istemesindendir. Onlara meyleden bu yüzden onlar gibidir. Onların tek Yaratan’a iman eden kesimi bile bu ahlaksızlıkları hoş görmezken, Kur’an okunduğunda göz yaşı dökerken, Müslüman toplumların Kur’an hilafına batının demokrasi ve insan hakları kisvesi altında yapılan bu rezilliklere tamah etmesi akıllara zarardır.
Müslümanım diyen toplumlarda bile Allah’ı bırakıp dünya malına tapan, Kur’an ayetlerini umursamayan, değiştiren, kendine göre yorumlayan, Peygamberi yalanlayan, ölçü ve tartıda hile yapan, zorba ve zalim olan, fuhuş ve eşcinsellik, hırsızlık gibi adiliklere meyleden, kul ve kamu hakkı yiyen pek çok insan görmek mümkündür. Daha da acısı bu insanlar toplumun gözü önünde ve topluma örnektir. En acısı ise o kişileri ayıplayanlardan çok alkışlayanların olmasıdır.
“(Ey münafıklar!), siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz: Onlar sizden daha güçlü, malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi, siz de (dünya zevkine) daldınız. İşte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.”(Tevbe 9/69,70)
Helak edilen kavimlerin sebebi ikidir; içlerinde fesattan engelleyecek faziletli bir cemaatin bulunmaması, bulunsa da yetersizliği ve refaha ermiş olanların zevk ve sefa düşkünlüğü ile halkın baştan çıkmasına sebep olmalarıdır. İfade merhum Elmalılı Hamdi Yazır’a aittir ve katılmamak için sebep yoktur. Çünkü ayetler incelendiğinde görülür ki helak edilen tüm kavimlerde toplumun tamamına yakını azmış haldedir ve dur diyen sadece Peygamberdir ve yine görülür ki yönetici veya servet sahibi kesimin mevcut halin devamıyla alakalı harama alışkanlık ve menfaati vardır ve bu sevdaları halkı da menfi etkiler.
Toplumda bazılarının iyiliği emretmesi ve kötü gidişe dur demek istemesini emreden Allah’tır ki maalesef Peygamber hanımlarından dahi toplumun ahlaksızlığına mani olmak istemeyen hatta o topluma uyanlar vardır. Çok az sayıdaki salih kul ise zayıftır, kurtarılmıştır ama toplumu kurtarmaya imanları yetmemiştir. Keza toplumun ileri gelenleri taşıdıkları vebalin hakkını verememiş, özellikle din adamları ve aydınlar sessiz kalmayı, zalimlerden korkmayı ve menfaat akışının devamını diledikleri için halkı iyiye yönlendirememiş, dinin hakkını verememiş, neticede halk azmış ve şeytanlaşmıştır. Bu durumda vebal sadece halkın değil, aynı zamanda ve belki daha da çok dinden çıkmayı adeta teşvik eden ileri gelenlerindir.
İnsan, ikaz edenler, yönetenler olmasa da akıl ve ruhuyla idrake kabiliyetlidir ve sadece gök yüzüne bakmak bile iman etmeye yeterdir. Dinin gereklerini ise öğrenmek herkese farz, öğretmek ve sevdirmek din adamlarına, dinin modern yaşamla entegresini sağlamak aydınlara görevdir. Bu görev ise bilim ve fikir üretmek, insanca yaşam koşullarını güzelleştirmek ve eşitlik ve adaleti teminle mümkündür.
Helak edilen kavimlerin her birinin işlediği günahların toplamı ve katmerlisi bugün İslam ülkelerinde dahi izlenmekte, hatta aşırısı yaşanmakta ama maalesef aydınlar ve din adamları gidişata dur demek yerine susmayı tercih etmektedir.
Yüce Allah belki bir kez daha toplu helak yapmayacaktır ama bu zalim ve nankörlerin bela ve lanete uğramasına ve mü’minlerden başkasının kurtulmamasına engel değildir. O halde olması gereken ilim ve bilimle uğraşanların bir an önce kötü gidişe, aldanışlara, israiliyata, arabizme, uydurma hadislere, şeytanlaşanlara, müşrikliklere son vermek adına devreye girmesi ve halkı ikaz etmesidir. Bunun yolu ise fetvalar, hutbeler, vaazlar, basılı yayın organları ve tabi ki internettir.
Yazık ki dine site sahipleri dahi bunu yapmaktan imtina etmektedir ve Allah korkusu yerini başkaca korkular aldığı için toplum şeytanlaşmaya doğru hızla ilerlemekte, bir kesim din adına, bir kesim dinsizlik adına dini yerden yere vurmaktadır.
Sorun sadece ülkemizle alakalı asla değildir. Dünya anlaşılmaz bir biçimde küreselizme kaymakta, sanal ve dijital aleme heveslenmekte, yaratılanı değiştirmeye koşarak gönüllü olmaktadır. Kur’an hükümlerinin terk edildiği, adaletsizlik ve hayasızlığın alkışlandığı bu gidişatta da Allah’ın helaki yakındır demektir. Çünkü tek bir küfür yüzünden yok edilen kavimlere göre dünya bugün tüm o küfürleri aynı anda işlemektedir.
Bu gidişat değişmeyecektir belki ama birey olarak bize düşen kanmamak, aldanmamak, dik ve temiz durmaktır.
Kavimler neden helak edildi sorusunun belki de tüm cevapları ahir zamanda ülkemizde yaşanıyor. Helak olmuyorsak bu Allah’In rahmeti iledir. Çare düzelmek, çare kurtulmayı dilemektir.