Kasten ve sürekli meşgul ediliyoruz
Yaşamak ve ilerlemek için çalışmak zorundayız. Sosyal varlık olarak iletişim kaçınılmazımız. Öğrenilecek çok şey var. Dünyayı kurtarmak gibi gizli bir hayalimiz var. Para kazanmaktan başka çaremiz yok. bakmakla yükümlü olduğumuz birileri var. Emekli olana kadar çok zaman var önümüzde. Rahat ve konforlu bir yaşam hayal ediyoruz. Topluma faydalı birey olmaya gayret ediyoruz.
Ama bunları yapmak için lüzumsuz pek çok şeyi beynimize yok yere yüklüyoruz. Önceliklerimiz yanlış ve hayata zaman ayıramıyoruz.
Kafamız karışıyor, erteliyoruz bazı şeyleri ve birilerinin istediği zamana, şekle, mahiyete ve niteliğe bürünüyoruz.
Bu arada gerçeklerimiz, hayal ve ihtiyaçlarımız, arzu ve dileklerimiz kayboluyor.
Mağduruz ama mecburuz oyunu kuralına göre oynamaya. Ve onlar çoğu şeyi bilerek yapıyor.
Bize zaman bırakmıyorlar, dikkatimizi dağıtıyorlar, kanalize ediyorlar, kalibrasyonumuzu değiştiriyorlar…. bizi meşgul ediyorlar yok yere.
Daha güzel işler yapabilecekken… zaman ve imkanımız kalmıyor. Hayallere yer kalmıyor içimizde…. şeklimiz monoton, konuşmalarımız 500 kelime ile sınırlı, kağıttan saraylar yapıyoruz her gün.
Sistem kurucuların marifeti bu.
Bizi istedikleri şekle sokmak için mecburlar. Kapitalist yani para odaklı dünyanın gereği bu. Daha çok kazanmak için daha fazla çalışan köle lazım. Biz kazanmak için çalıştıkça kazandırıyoruz onlara. Prim sistemi bunun için. Kölelik sistemi adeta.
Düşünün gün içinde başka şeyler düşünmek için kaç dakika ayırıyorsunuz?
Hafta sonları başka şeyler yapmak için enerjiniz ve paranız kalıyor mu?
Daha ulvi, daha derin, daha geniş ve daha uzak şeyler düşünebiliyor musunuz? Sistemi sorgulayabiliyor musunuz mesela?
Size dayatılan yanlışlara, gereksizlere itiraz edebiliyor musunuz?
Bu meşguliyet bizi maddeciliğe, paraya odaklı yapıyor. şekle, yasala, mecburiye, istenene şartlandırılıyoruz.
Başka şeyler düşünmeyelim diye hafızalarımızı boşaltıyorlar, tarihimizi değiştiriyorlar, geleceğimizi sanallaştırıyorlar, yasak kelimeler koyuyorlar hayatımıza sevgi gibi, merhamet gibi, paylaşmak gibi.
Beşeri telaşlarla dünya malına ve eğlencelerine meylettiriliyoruz. Daha çok sever hale getiriliyoruz dünyayı mal, kıyafet, mobilya taleplerimizle. Yeni moda telefonlar için çalıştırılıyoruz. Bir gömlek için bir gün boyunca ter döküyoruz.
Vicdana, umuda, inanca, sevgiye, ziyarete, paylaşmaya, sohbete yer ve zaman bırakmıyorlar, insani duygularımızı köreltiyorlar böylece.
Eğitim diye sayısız angarya yüklüyorken, lüzumluları çıkartıyorlar mesela, onlarca sayfa kağıt okutup, raporlaştırıyorlar sürekli… Bilgisayar başından kalkamıyoruz. Bir boş anımız olursa sanal aleme giriyoruz gerçek hayat yerine. O anları doldurmayı da bu şekilde beceriyorlar.
Yatıyor, işe gidiyor, akşam gelip yemek yiyor, televizyon seyredip uyuyoruz.
Aylar boyu, yıllar boyu.
Halbuki meşgul olmasak, zamanımız olsa, fırsat yaratabilsek….. kırlara açılmak var, yaşamı yakından görmek için….
Göklere bakmak var acelesiz, yaratılıştaki muazzamlığı görmek için…
Saatsiz anlar var mesela tatiller gibi, sohbetler gibi…. mesaiden uzaklaşabilirsek.
Etrafımızda duran mucizeleri, her saniye gerçekleşen ölüm ve kalımları anlamak var, kalabalık caddelerdeki uzak kuş seslerini duyabilmek var.
Meşgul olmasak yürümek var hedefsiz, resim yapmak var rastgele, şiir yazmak var içten, trene atlayıp rastgele son durağa kadar gitmek ve dönmek var.
Meşgul olmasak, onların kimler olduğunu da anlayabileceğiz, ne yapmaya çalıştıklarını da.
Siyasetçilerin, bankacıların, habercilerin, yatırımcıların, spekülatörlerin, deprem kahinlerinin….
Milli ve manevi hislerimize nasıl saldırdıklarını anlayacağız bir an boş kalabilsek…
Nasıl yalan haber yaptıklarını, nasıl yalan söyleyebildiklerini göreceğiz…
Tabiattaki uyanıştan yaratılışa giden uzun yolu göreceğiz bir ağacın serüveninde.
Bir buğdayın nasıl ekmek olup sofraya geldiğini, bir kuşun nasıl binlerce kilometre göç edişini ve geri dönüşünü, yağmurun nasıl ve neden yağdığını….
Uzay ve uzaylı yalanlarını anlayacağız kafa yormaya vaktimiz olursa mesela…
Kainattaki her şeyin, bedenlerin, dağların, yıldızların, suyun, demirin aynı atomdan imal ve tek ustanın elinden çıktığını anlayacağız boş kalabilsek.
Mevsimleri, gün batışını göreceğiz, sabah güneşin ışıldamasını….
İnsan olduğumuzu, ihtiyaçlarımızın olduğunu, hürriyet aşkımızı, irademize kilit vurduklarını…
Sevmediğimiz işte neden çalışmak zorunda kaldığımızı sorgulayacağız boş kalsak, neden dar bir evde sıkış tepiş kiracı olduğumuzu başkaları altın saraylarda otururken.
Neden güzelleşmeye çalıştığımızı, neden bedenlerimizi değiştirmeye çalıştıklarını, bilimle bizi nasıl vurduklarını, korkuttuklarını.
Gençliğimizi, ömrümüzü nasıl onlar için harcadığımızı, boşuna geçtiğini.
Bir boş kalsak, meşgul edilmesek…. daha sık görüşeceğiz dostlarımızla, kahveler içeceğiz iş konuşmadan.
Aşklardan, sevgilerden bahsedeceğiz mesela.
Paranın satın alamayacağı şeyler olacak konuşacaklarımız.
Vatanı, vatana saldıranları, hainleri, vatan sevdalılarını fark edeceğiz.
Ruhumuzu nasıl üç kuruşa satın aldıklarını anlayacağız.
Kişiliksiz hayatlara neden ve nasıl mahkum edildiğimizi.
İnançsız ve millilikten uzak ahlakı nasıl bize kabul ettirdiklerini.
Anlayacağız çok şeyi ve anlam veremeyeceğiz çok şeye. Ama her durumda sorgulayacağız. Onların en çok korktukları da bu; sorgulayan insan.
Çünkü insan sorgular ve fark ederse, dünya değişir. Saltanatları çöker. Kandıramazlar artık.
Uyanan insan istemiyorlar. İtaat eden istiyorlar, susup iş üreten. Maaşlı köleler, zavallı kitleler.
kendi refah yaşamları için biz aşağıdakilere muhtaçlar. Biz bu ihtiyacı fark edersek orada rahat oturamayacaklarını biliyorlar. O yüzden meşgul ediyorlar, şartlandırıyorlar, tornalıyorlar.
Gençleri saçma sapan akışkanlıklara sevk diyorlar, günahı özendiriyorlar, haramı cazip kılıyorlar, insanlık dışı cinayetlere sessiz kalıyorlar, sistemi yere batırıyorlar bile isteye, kendileri tesis ettiği halde. Sonra yeni sistemler kurup, ona uymamızı bekliyorlar.
Sahte, yalan düşmanlar koyuyorlar önümüze, o düşman üzerinden dolandırıyorlar bizi.
Ayrıştırıyorlar, kutuplaştırıyorlar, taraf olmaya zorluyorlar yanlışa.
Sınıflar yaratıp, sonra sınıf farkları tesis edip, sınıflı bir yaşam modeli koyuyorlar önümüze.
Eşitlik, ehliyet, adalet gibi yüce kavramları önemsizleştiriyor, manaları değiştiriyor, güzelleri unutturuyorlar.
Erdem ve hayrın adı ekonomik yanlış oluyor, merhamet cezalandırılıyor, sosyalite sağlık gerekçesiyle yasaklanıyor.
Sürekli gözetliyor, dinliyorlar.
Attığımız her adım takip ediliyor kameralarla, telefonlarla, konum servisleriyle. Konuştuklarımız dinleniyor.
Yapay zeka diye bir şey uyduruyorlar. makineleştirmek istedikleri dünyayı, robotlara teslim etmeye kararlılar insan saltanatına son vererek.
İnsansız bir dünya, kadın egemen bir toplum, inançsız halklar, köle yaşamlar hayal ediyorlar.
Medyadan sağlığa her alandalar.
Tüm sektörlerde meşgul ediyorlar bizi, tüm zamanlarda, tüm ortamlarda.
Halkın egemenliğine inat, kendi egemenliklerini diretiyorlar. Dini alet edip eşitlik ve refaha, ekonomileri, adaleti, hakkaniyeti baltalıyorlar.
İnançsız toplumlar yaratmak gayesindeler.
Yer üstü ve yer altı kaynakları sahipleniyorlar. Bizler de çalışan olarak yardım ediyoruz onlara daha fazla zenginleşsinler ve şımarsınlar diye.
Küresel ısınma yalanlarıyla atmosferi karartıyor, ilaçlıyor, öldürüyorlar yaşamı.
Hile var bunda… şike var…. tuzaklar var…. yalanlar var diz boyu.
Ama biz meşgulüz. Çünkü bu anlarda bilgisayar başında çalışıyoruz, hatta hafta sonları evde.
Ata binmek yerine, soğuk sandviçle doyuruyoruz karnımızı. Hazır gıdalarla dengesiz beslenirken zehirleniyoruz.
Pahalılık yaratıyor, maaşa daha muhtaç ediyor, lüksü yasaklıyor, daha fazla köleleştiriyorlar.
Köleden de öte mankurt ediyorlar bizi.
Velhasıl halimizden memnun olmalıyız ki itiraz edenimiz yok. Çaresizlik bahanesine sarılıp, hayatı onların istediği gibi yaşamayı seçiyoruz. Sanki tercih hakkımız varmış gibi.
Banka hesaplarına güveniyoruz yarınlar için…. ne hayal ama?
Çocuklara güzel dünya bırakmak hayalimiz var yalan yere!
bahanemiz bol, mazeretlerimiz diz boyu.
Acınacak haldeyiz ama meşgulüz diye bunu bile fark etmiyoruz.
Malesef.
Kasten ve sürekli meşgul ediliyoruz . Tesadüfi değil, geçici değil, rastgele değil, bölgesel değil bu. Kasıtlı, sürekli, ısrarcı. Elden gelen çok şey var ama daha meşgul edildiğimizin bile farkında değiliz ve düzelmeyi, uyanmayı istemiyoruz.
Korkuyoruz belki daha kötü olacağımızdan. Ama denemeden bilemeyiz ki!
Pişmanlık duyacağız yıllar sonra bu halimizden ama nafile.
Çocuklarımız kızacak bize neden o haldeler diye ama korkuyoruz, umursamazız, razıyız bu monoton ve ruhsuz yaşama.
Ama dünya sınavı, yaşam, para kazanmak maksatlı değil. Ömür sadece çalışmakla heba edilemez. Kişileri yüceltmek adına, onlara para kazandırmak adına, yüce davaları unutmak mazeret değil, bu gaflet akıl alır şey değil.
Ölüm uykusundayız, ölü toprağı var üzerimizde, büyülenmiş gibiyiz.
Allah hayretsin.