Kader ve kadercilik
Kader kutsal yazgıdır, kısmettir, yaratılıştır, ölçüdür, nizamdır, müdahale ve ara durumdur. İlahi olduğu için çoğu elimizde değildir. Yani kimden doğacağımız, ne zaman öleceğimiz filan. Buraya kadar normaldir, kontrolümüz dışındadır ve ilahi bir sırdır, haddimizi aşar.
Lakin; insan iradeli bir varlıktır ve sınav olduğumuz için de yanlışlar arasında doğruyu, haramlar içinde helali, çirkinler arasında güzeli seçme mecburiyetimiz, hakkımız, kabiliyetimiz vardır. Bu yüzden yukarıdaki ilahi kıstaslar dışındaki her şeye bile isteye kendimiz karar verir, seçeriz yol ayrımlarını. Seçemiyorsak, aklımız yoksa zaten sınav olmuyoruz, olmayacağız demektir.
İrade kullandığımıza, bilinçli hareket ettiğimize göre yaptıklarımızın sonuçlarından da mesulüz. Yani olduğumuz sınavın neticesini not olarak alacağız, alıyoruz, almaya da devam edeceğiz. Bunun detayını, doğrusunu, miktarını bilmekten uzak olsak da hayatımız doğrular ve yanlışlar arasında yaptığımız tercihlere göre belirleniyor. Yani aklımızla seçtiklerimiz kaderimiz oluyor. Bu yüzden herkes kendi kaderini yaşlar diyoruz.
Bu sebeple ilahi olanı insani olandan ayırıp kaderi değişmez kabul etmemek gerekir. Doğum ve eceli değişmez kabul etsek de aradaki hayatımızın baş rolünde bizler varız.
Bu Yüce Allah ara durumlarla bize fırsatlar sunmayacak, ara durumlar vermeyecek veya irademize saygı duyacak demek değil. O Allah’tır, dilediğini yapar. İmanı o verir, kalpleri o mühürler. Bunlar yetkisidir, hakkıdır. Lakin sıradan hayatlar için bizi sınav ettiğinden seçme hakkı verir, şansı sunar.
Yani kaderimizi büyük oranda kendimiz belirleriz. Bu yüzden ayetler iman edilecek hususlar arasında kadere imanı saymaz. Çünkü kader değişmez olsaydı, sınavın ve yaşamanın anlamı kalmazdı.
Allah başı ve sonu elbette bilendir. Hatta herkesin, doğmamışların bile akıbetini bilendir. Ama onun bilmesi (bizlerin bilemeyişi) sınavın adaletini sarsmaz. Aksine bize merhameti gereği iyileşme, düzelme için ara durumlar verir, iyilik şansı yaratır, düzelme umudu aşılar ara durumlarıyla. Karşımıza iyi veya kötü insanlar çıkartır denemek için. Bu O’nun yetkisi ve gücüdür.
Kadercilik ise yaşamı değişmez bir dizgi kabul etme yanılgısıdır. İradeyi kullanarak yaptıklarımız dahil suçu ve neticeyi Allah’a havale etmektir ki yanlıştır. Elbette O’nun rızası, haberi olmadan bir yaprak bile yere düşemez, bir gebe bile doğuramaz ama izin vermesi veya vermemesi mesuliyeti ona yüklemez. İradeyle oku atan hep biz olduğumuz için sorumlulukta bizdedir.
Ok örneğini ben çok severim. Şöyle; oku karşıdaki ceylana atmak için niyet eder, arzu duyar, düşünce üretir, hazırlık yaparız. Ama hala gücümüz ve eylemimiz yoktur. Yüce Allah bize şah damarından yakın olduğu için bu hal ve maksadımızı bilir. Sessiz kalıp ruhsat verir, yahut mani çıkartıp izin vermez. İzin verirse güç de verir. O güçle biz yayı çeker, oku fırlatırız. Hedef vurulur veya vurulmaz. Ama atma işi böyle gerçekleşir. Şimdi Allah izin verdi diye mesul tutulabilir mi? Kaderi kim yazdı? Hayvan vurulmasa da niyet edip amel ürettik mi? Evet! İşte sınava tabi olan kısmımız bu.
İnsanları kaderciliğe mahkum etmeye çalışmak karanlık odakların işi. Bir köşede oturup rızık beklemek, düşünceden amele geçememek, suçu Allah’a atmak, başkalarının yol göstericiliğine (iradesine) girmek, çalışmayı reddedip olacaklara rıza göstermek aşılamaya çalıştıkları. Kendileri de kader koyucular yahut kader sahipleri edasıyla dolaşıyor ortalıklarda.
Kader ajanları filmini izlemenizi öneririm. Çünkü orada bizi doğru karar vermeye sevk eden melekler de var, kandırıp yol dışına atmaya çalışan şeytanlar da. Hal böyleyken bizim hangisine kanacağımız sınav sorusuyken, netice kaderimiz olur. Başka da suçlu olmaz.
Netice iyi olursa sevap, kötü olursa günah kazanırız. Hepsi bu ve bu kadar basit.
Allah’tan gelene ise boynumuz her zaman kıldan ince.
Kader, ölçüyü, dengeyi, nizamı içerir. Sadece inançları değil. Kainatın sınırları, ilmin bin türlüsü, dünya ve tabiatın hali, eceller hep kader iledir. Buna müdahale etmek, haddi aşıp yorum yapmak ise yanlıştır. Öğrenmek, araştırmak değil, yanlış olan sınırları zorlayıp, değiştirmeye çalışmaktır. Söz gelimi küresel ısınma yalanı ile inekleri öldürmeye çalışmak yahut güneşin önüne perde olsun diye tebeşir tozu serpmek kadere menfi anlamda müdahale etmektir.
Kedi köpekleri kısırlaştırmalar, genetik araştırmalar ise risk taşıyan hallerdir. (Bu benim yorumumdur)
Velhasıl kader ilahi ve insani boyutları olan bir olgudur. Lakin kadercilik kast ettiğimiz anlamda kayıtsız rızayı ve iradeyi terki gerektirdiği için yanlıştır.
Siz bir katil olup içeri girdiyseniz kader mahkumu olmazsınız. İşin en basit özeti bu. Bu belki ölen için kaderdir ama sizin kaderinizde adam öldürmek yoktur. Yani Allah sizi adam öldüresiniz diye yaratmadı. Adam öldüreceğinizi biliyordu ama tekrar edeyim öldüresiniz diye yaratmadı.
Netice ve özet şu: Allah insanların çoğunu cehennem için yarattım diyor ayetlerde, üç yerde. Hatta iblis zannında haklı çıktı diyor. Bu cehennemlik insanlar yarattı demek değil, insanların çoğunun cehenneme gideceğini bildiği demek. Bu durumda suçlu kader mi, zalim insan mı?
Benden demesi.
Başlıktaki resme iyi bakın. Önümüzde sayısız yollar, makaslar var. Hangisine gireceğimize biz karar veriyoruz. Gittiğimiz yerden de dolayısıyla biz, kendimiz sorumluyuz. Vebal ve sınav bunu gerektiriyor. Nokta.