İki aklınız var
İç içe yaşayan sanki iki insan gibiyiz. Beynimiz sadece bir organ. Ama aklımız, o kıvrımlarda saklı bir hazine gibi. Duymak, konuşmak, hissetmek hep bu akıl ile mümkün. Acıktığımızı, üşüdüğümüzü de o akıl söylüyor. Dünya ile olan irtibatımız o akıl sayesinde sağlanıyor.
Bir de zihnimiz var. Düşünmeyi bıraksak bile o çalışmaya devam ediyor. Uykudan önce mesela bir şeylerle meşgul olur ve hemen uyumaya niyet ederseniz bir zaman uyuyamazsınız çünkü siz istemeseniz de geride harddisk çalışmaya devam ediyor. Belki hatırlıyor, belki kaydediyor az evvelki yoğunlaşmalarınızı.
Yani aklımız ve zihnimiz sanki ortak işlemciyi kullanan iki farklı çekirdek gibi.
Aklımız daha ziyade gördüğü, dokunduğu şeylerle meşgul. Tehlike seziyor, mutlu oluyor, ağlıyor, korkuyor, acıkıyor. Mesaiye, trene, saate odaklı aklımız. Akıl kısa süreli çalışıyor gibi. Yani ihtiyaç ortadan kalkınca, durum değişince, hisler farklılaşınca, konuşma ilerledikçe, dinlenenler arttıkça akıl o yana kayıyor. Yani hayvanlardaki güdü duygusunun daha uzunu ama nihayetsiz olanı değil. hayvanlardan farklı olarak çok çabuk intibak ediyor ortama, söze, fikre, tehdide ve fakat hemen diğerine koyuluyor.
Zihnimiz tedbir alıyor, refleksleri yönetiyor, frenliyor bizi, çıkar hesabı yapıyor, dengeleri koruyor, aklın boşluklarını doldurup, geleceği tasarlıyor, tecrübeleri raflara kaldırıyor. Biz çoğu zaman zihnimize dokunamıyoruz bu yüzden. Ayrı bir bölüm yahut ikinci bir katman gibi zihnimiz. Zihin gün içinde yaşadıklarımızı belki raporluyor bir yerlere, belki dersler çıkartıyor kendisine. Zihni; insanda anlayış, kavrayış ve algılama yetisi, yaşantıları, öğrenilenleri, bunların birbiriyle bağlarını bilinçli olarak saklama ve depolama gücü, belleği şeklinde tarif etmek mümkün. Kısaca anlayış belleği. bilinç de demek mümkün.
Akıl menfaatçi, istek ve ihtiyaçlara göre reaksiyon gösteriyor. Daha robotik, daha katı. Herkes de var bu akıldan kiminde az kiminde çok. Herkesin aklı kendisine göre güzel ve yeterli. Aklı kandırmak mümkün. Aldatmak da. Çünkü düşünecek, yapacak çok şeyi var ve uzun müddet hatırasında tutamıyor.
Zihin ise geri planda dinleyici vaziyetinde. Yanlışa mani olmaya çalışıyor, daha acelesiz, çok çabuk karar vermek durumunda değil.
Aklı kullanmak önemli. Çünkü akıl devrede olmazsa yaralar artar, kandırılışlar engellenemez, insanlık gerekleri karşılanamaz. Ama bilinç veya anlayış, o görülen ve durumlardan sonuç çıkarma kabiliyeti yani ders almak, öngörmek, doğru-yanlış ayrımı yapmak.
Aklı çok sık ve çeşitli kullananlar için zihin çok fazla çalışıyor. Aklı kenara koyanlar içinse zihin tembelleşiyor.
Zihin normal ve sağlamsa, insan daha kısa sürede isabetli kararlar verebiliyor.
O halde zihni diri tutmak, unutmamak, önemsemek ve önceliklerine göre depolanacakları derecelendirmek gerekli. Boş şeylerle doldurulmuş bir zihin üretken olamayacağı gibi, fayda da sağlayamaz sahibine. Bu gibilere zaten yarı cahil diyoruz ki televizyon dizilerinden, fallardan geriye pek bir boşluk kalmıyor ve beyinlerinin kapasitesi de her gün biraz daha azalıyor.
Yanlışlara akıl yorunca da zihin ikileme düşüyor ve devreleri yanıyor. Bu ise aptallık modu. Yani basiret kayboluyor. İsabetli karar yeteneği zarar görüyor, en azından doğru karar verme süreci uzuyor. Bu ise akıl tutulması dediğimiz durumu yaratıyor.
Hırs, istek, arzu, şehvet gibi hislerin fazlasına meyledince akıllar, değer yargıları, ihtiyaç öncelik sıraları kayıyor ve insan parasını, zaman, güç ve imkanlarını bu kez o tutkular için sarf etmeye başlıyor. Bu aklı meşgul ediyor, hislere mağlup ediyor, hayvani duygular öne çıkıyor gerçekler yerine.
Zihin, yanlışın farkında ama elinden bir şey gelmiyor. Hatırlatmakla yetiniyor sadece. Komutan ise akıl. Çünkü anlık karar verip uyguluyor ve uzuvların tamamı kendisine bağlı. Zihin aklı ikna edene kadar iş işten geçiyor ve testi kırılmış oluyor çoğu zaman şayet akıl yanlışta ısrar ederse.
Akıl, tembellikten hoşlanıyor, hazır lokmadan, kolay kazanılmış paradan, günahlardan zevk alıyor mesela. Enerjiyi faydalı işlere harcamak gibi bir mesuliyeti yok. Zaman ve mekan da çok fazla fark etmiyor. Yanlışa kafa yoruluyorsa tutkular gerçekleri gölgeliyor ve yanlış üstüne yanlış yapılıyor.
Zihin bu hataları da kaydediyor ve tedbir almaya çalışıyor ama nasihatten öte gidemiyor.
Akıl çalışmaya da karşı, gezmek eğlenmek istiyor nefsin güdüsüyle. Zihin onu ikaz ediyor yaşamak için çalışmak zorundasın diye.
Akıl, suç işlemekten bile çekinmiyor yakalanmak korkusu yoksa, zihin ise tedbirli olmaya davet ediyor.
Peki zihni nasıl bulacağız, nereden? Kapatın gözlerinizi, algılarınızı, hatıralarınızı serbest bırakın kısa anlığına, aklın fişini çekin böyle yapmakla ve zihninizle tanışın. Sizi korumaya devam eden zihniniz karşınızda!
Bu yazıyı okurken mesela… aklınız devrede. Sıkılıyor yahut ilginç buluyor, hafızaya ne kadar yerleştiriyor bu merak dereceniz ve okuma ciddiyetinize bağlı, ilginize de tabi ki. Ama zihin anı, olayı, fotokopik olarak okunulanı kaydetmekle meşgul.
Hafıza yani aklın deposundakilerin güncel ve virüssüz halleri, mükemmel bir kütüphaneci gibi raf raf her şeyi yerli yerine koyuyor ve müracat edildiğinde kolayca buluyor şayet o konu veya olay yeterince ilginç bulunup kaydedilmişse.
Zeka, bunlardan tamamen farklı bir konu ama aslında bunlarla uzaktan akraba. beyin kıvrımları fazlalaştıkça, merak ve öğrenme disiplini arttıkça, algı kapasitesi arttıkça zeka da gelişiyor, canlı ve aktif hal alıyor. Aklı yedeğe alanlar ile aklı kötülüğe çalıştıranlar ise ve tabi zamanı boşa geçirenler için durum vahim çünkü zeka geriliği başlıyor, tembelleşiyor akıl.
Yaş ilerledikçe kişi aklı kullanma derecesine bağlı olarak demansa uğruyor yahut zinde kalabiliyor zihnen.
Fiziksel rahatsızlık olmadığı sürece akıl ölene dek kendisinden bekleneni yapıyor ve yaşlanınca eylemleri daha ürkek ve yavaş yerine getiriyor. Zihin ise o raflardaki her şeye hala hakim. Yaşlılara bakın…. üç hafta öncesini hatırlayamazlar ama altmış yıl öncesinin sokak isimleri akıllarındadır. İşte bu tozlu raflardaki kırıntılar ve dolu zihnin emareleri. O kadar yaşlanılmış yahut akıl boş şeylerle doldurulmuş ki yer kalmamış yeni bilgilere.
kapasitesi dolmuş hard dik gibi düşünün. Fazlalık resimler, videolarla gereksiz yere dolmuş, sıkıştırma yapılmamış, lüzumsuzlar silinmemiş, geri dönüşün kutusu hiç boşaltılmamış.
Akıl, terbiye edilmezse, nefsin oyuncağı olabiliyorken, zihin ruhun istikametinde yürüyor. hata yapmaktan korkuyor zihin, vicdana danışıyor boyunu aşan işlerde. Akıl kötülükten çekinmezken, zihin iyiliği emrediyor, yaşamın gayesini hatırlatıyor.
Velhasıl insanın adeta iki aklı var. İlki şekli hayata diğeri manaya ait.
Ömrü şekle tabi, manasız yaşayanlar ot gelip saman gidenler oluyor bu nedenle. Pijama, terlik, televizyon arasına sıkışmış, haberle yetinip analize yeltenmeyenler bunlar, kandırılanlar da bunlar, parayla satın alınabilenler de. Gösterişe, çalıma meraklı bu kitleler için maddesel yaşam her şey demek ve sahip olmak tutkusu, rahat yaşamak isteği hayatlarının tam ortasında.
Manaya kıymet verenler ise kötülükten sakınan, gerçeği gören, yardıma koşan, anlamaya çalışanlar, öğrenmeyi dileyenler. Bunlar için mekanın, zamanın ve maddenin önemi ancak ihtiyaç miktarı kadar , fazlası değil. Asıl olan mana ve gaye bunlara göre.
Bence insan aklı ile tehlikesiz, temel ihtiyaçları karşılanmış, düzgün ve sade bir yaşam sürmeli. Şekle, eğlenceye, kolaya kaçmamalı. Aksine bazı meselelere kafa yormalı, anlamaya çalışmalı olup biteni.
İki aklınız var diyorum ya işte o iç sese kulak vermek gerek. O ne diyor, ne düşünüyor diye sormak lazım acele etmeden, aklı tek başına bırakmadan. Kontrol mekanizmaları, toplumsal değerler ve inançlar ancak böyle devreye alınabilir. Menfaatçi akla karşılık sorumluluk duygusunu, vefayı zihin emrediyor.
Nefsin ve ruhun savaşı bu aynı zamanda. İyilik ve kötülük gibi, serbestlik ve sorumluluk gibi, ders almış yahut vurdumduymaz eğitimsizliği seçmiş gibi.
Benden demesi.
Bunlara da göz atmak isteyebilirsiniz;
- Denize düşen yılana sarılır mı?
- Denver Uluslararası havalimanı
- 666 sayısının anlam ve önemi nedir?
- 1984, George Orwell
- Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in yalan taktikleri