İhtiyaca evet israfa hayır !
Fakirleştirildik, sağlık desteği almak, ulaşımı karşılamak, doyma, barınma, ısınma gibi temel haklarımız için bile çok ödemek durumundayız ve yetemiyoruz. yetemeyince borçlanıyor, kartlara hücum ediyor ve geleceğimizi ipotek altına alıyoruz. onlar, onlar yani sistem kurucular, bizleri itaate zorlamak için, zenginleşmiyorlar, fakirleştiriyorlar. ikisi arasında dağlar kadar fark var.
bizler o mecbur bırakıldığımız reklamlardan etkilenip hatta bilinç altımıza zorla yerleştirilen subliminal mesajlardan dolayı alışverişi bir ilaç gibi görüyoruz. Konfor putuna o denli sadığız ki elimizde ne varsa tüketime yatırıyor, üretimi yok sayarken, yeter mi diye düşünmeyerek, maaş artışlarına bel bağlayarak…. alışveriş yapıyoruz. Sınırsızca.
ayağını yorganına göre uzat sözü bizler için bir şey ifade etmiyor, borçlanmama ve borçlu olmama ilkesini sürekli çiğniyoruz, lükse, modaya, markaya aşık edilmişiz ve gerçekten ihtiyaç mı demeden …. alıyoruz. Alınca? Dolaba atıyor, bir iki kez giyip yine yenisini alıyoruz. Ya da kullanmayı bilmediğimiz mesela süt ısıtma ya da sucuk yapma makinesini alıp eve getiriyor ve kullanmadan yıllarca kilerde bekletip sonra hurdacıya veriyoruz.
sonra fakirliğimiz artıyor, çıkmazlara girip icralarla boğuşuyoruz. bu durumda seçeneklerimiz de gayet sınırlı. ya yasadışı yollardan para kazanmaya, yahut şans oyunlarına bel bağlıyoruz. her iki durumda da geleceğimiz kirleniyor. yahut borçlanıyor, temel ve gerekli harcamalarımızdan tasarrufa gidip lükse kaynak aktarıyoruz.
oysa ana prensip; ihtiyaca evet, israfa hayır olmalı değil mi? hani dinen de israf haramdı? hani en temel ekonomik prensipler tasarrufu ve birikimi, yatırımı işaret ediyordu? hani gençken kenara üç kuruş koymak için eğitilmiştik? hani yardım etmek, zekat vermek dinen güzel işlerdi? konfordan, statüden taviz vermemek adına düşülen bu tuzaklar çok yamandır ve mahvedici olabilir. Çok zengin olsanız dahi aşırı tüketim felaket demektir. Kaldı ki bugün ülkede hemen herkes çok zengin sayılmaz.
Yönetenlerden başlayan, memleketi kapsayan, sokaklardaki parlak vitrinlerde hayalet gibi cezbedip kanımızı emen bir israf rüzgarına kapılmış gidiyoruz. Kitap okumak yerine, seyahat etmek yerine, spor yerine, sinema yerine lüks çanta ve ayakkabılara servetler harcıyoruz. bisiklete binmek yerine lüks araç alıp üstelik üç senede bir de değiştirmek eğilimindeyiz. Böyle devam edemeyiz. ne fert olarak ne toplum ve de ülke olarak. Kaynaklarımız sınırlıyken, harcamalarımız sınırsız olamaz. borçlanmak her şeyin ötesinde özgürlükten taviz vermek, geleceği feda etmektir. bu acımasızlık çocuklarımızın geleceğini dahi kahredecek kadar iç karartıcı olabilir. olacaktır da şayet böyle devam edersek.
anneler babalar, öğretmenler, hatta mağazalarda o malları satanlar (çünkü onlar ve aileleri de başka alışverişlerden illaki müzdariptir) alıcılara israf etmemeyi tembihlerse belki bir nebze nefes alabileceğiz. kişisel olarak ise onur ve haysiyetimiz için temiz, yamalı giymek her zaman lüks marka giymekten iyidir. pahalı parfümler yerine, şık ithal ayakkabı ve çantalar yerine yerli mallarını tercih etmek, zorunluysa almak, alırken makul ölçüyü aşmamak, alınanı uzun süre kullanılabilir bulundurmak, israfa yeltenmemek hepimiz için şarttır, olması gerekendir.
bence ….