Her şeye bir mazeretimiz var
Adamın teki demiş ya; “hiç bir şeyim olmasın. Mazeretim olsun yeter!” diye. Aynen öyle.
Ulusça, hatta insanlık olarak mazeretlere sığınıyor, mazeret arıyor, yalanı mazeret diye sunuyor, başarısızlık ve hatalarımıza kılıf buluyoruz. Özür dilemek, öz eleştiri yapmak yok!
Bu durumda da kendimizi geliştirmediğimiz gibi yalanlara sığınıyor, başkalarını yanlış yönlendiriyor, sisteme hata veriyor, güzeli kirletiyoruz. Ama umurumuzda değil, suçlanmıyoruz, kabahat bize fatura edilmiyor diye.
Gençler arasında da yaygın bu illet, yaşlı başlı kimselerde de. Bilgelikten, erdemden uzağız bu anlamda.
Hata yapınca düzeltmek yerine, başaramayınca uğraşmak yerine, kalp kırınca onarmak yerine… mazeret sunuyoruz yalan yanlış. Randevuya geç kalınca dahi yalan söylüyoruz. Kibrimiz suçlanmayı kabul etmiyor, nefsimiz aşağılanmak olarak görüyor özür dilemeyi.
Bazı eğitimsizler de zayıflık olarak görüyor suçu kabullenmeyi.
Şayet kulelerinizi yalanlarla kurarsanız, mazeretler olursa temeliniz…. o bina ayakta duramaz.
Gelişemezsiniz, büyüyemezsiniz hata yapıp ders almadıkça. mazeretler ders almanıza mani olur.
Yaşlılar…. neden utanıyorsunuz özür dilemekten? Orta yaşlılar hiç hata yapmamak insan için söz konusu değildir. Düşmeden koşmak olmaz. Mesele düşünce ayağa kalkabilmek.
Hata insana mahsus. hatasız kul olmayacağına göre herkes aynı durumda. Lakin iç güdülerimiz hatasızlık ve böbürlenmeyi sevdiği için hataları ya başkalarına atıyoruz yahut mazeretler üretiyoruz sıra sıra.
Her şeye bir mazeretimiz var lakin asıl zenginlik, erdem ve bilgelik kabullenmekte. Mazeretlere sığındıkça başkalarının mazeretlerine de ses edemezsiniz. Tam aksine mazeretsiz saf gerçekliğe soyunursanız size duyulan güven artar, aranan şahıs olursunuz, iş ve hayatta başarı da peşi sıra gelir.
Çünkü hiç bir mazeret başarının yerini tutamaz.
Bir kere mazeret gerçekse korkmayın. Aksilikler olacak, trafik tıkanacak, vapur kaçırılacak. Bunlar için korkmadan gerçeği söyleyin. Hatta o sabah uyuyakaldığınız için geciktiğinizi itiraf etmekten de çekinmeyin. Ama yalan söylemeyin kızarlar, işten atarlar diye.
Hele ki keyfi geç kaldıysanız, dikkatsizlik ve beceriksizlikle hata yaptıysanız mazerete hiç bulaşmayın. Çünkü o anda mazeret diye beyan edeceğiniz şey yalan olacaktır ve gerçeklerin dışına çıkmak kalıcı bir hastalıktır, bulaşıcıdır, başarıyı gölgeleyen en önemli faktördür.
Beyaz, pembe yalanlara da sıklıkla müracat etmeyin. Ara sıra elbette yalan dahi söyleyebilirsiniz ama bunlar kırıcı, zarar verici, kalıcı olmamalı.
Kendinizi kötü bir durumdan kurtarmak için dediğiniz mazeretler, daha büyük mazeretlere alıştırır sizi ve mazeretiniz kabul edilirse yalan söyleme isteğiniz artar her zor durumda, şahsi disiplinden de uzaklaşırsınız.
Gerçek mazeretlerden neden korkasınız? Siz asıl yalan mazeretlerinizden korkun!
Çünkü yalanlar sizi tanınmaz hale getirir bir zaman sonra.
Kaza, istenmeden meydana gelen olaydır. Adı üstünde istenmeden yani irade kullanmadan, bizim dışımızda. Kaza ile bir şey kırdıysanız, geciktiyseniz korkmayın. Gerçekçi olun. Unutmayın ki gerçeklerin ortaya çıkma huyu vardır elbet bir gün. Saklı kalamaz. Mazeretinizin de yalan olduğu elbet bir zaman sonra duyulacaktır. O zaman hasar çok daha büyük olur.
Müşterilere, aile bireylerine, çalışanlara… karşı dürüst olun. Mazeretler dürüstlüğe de zarar verir. Saygınlığınızı kaybedersiniz bir zaman sonra. İnanılırlığınızı yitirir, yalancı çoban durumuna düşersiniz.
Mazeretler kısa vadede kar sağlasa ve fayda etse de orta ve uzun vadede yaralayıcıdır. Kalıcı olamaz, hep kazandırmaz.
Çünkü devletin, şirketin, ailenin söze, mazerete değil işe ve başarıya ihtiyacı vardır. Üstelik hak etmek istiyorsanız maaşınızı çalışmak ve üretmek durumundasınız, mazeret üretmek değil.
Farz edin ki o gün iş yerindeki altı kişi değişik mazeretlerle işe gecikti ve teslim edilecek mallar ortada kaldı. Sonuç? Patronun sabrını mı zorluyorsunuz? Kendinizi neden zamanında o işi başarmaya zorlamıyorsunuz?
Okulda çalışamadığınız sınav veya sözlü için mazeret üretmeye ne gerek var, açıkça söyleyin. Emin olun yalan söylemektense zayıf not almak her zaman iyidir. Daha iyisi mazerete gerek kalmaksızın çalışmak ve başarmaktır.
Gelin görün ki devletler, hükümetler, şirketler, aileler, akrabalar, öğretmenler, memurlar… herkes hata yaparken…. kurumlar bile mazeret üretiyor. Bu da kötü örnek oluyor topluma. Hele göz önündeki insanlar.
İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi yeğlerim demiş birisi. Ne kadar doğru. Mazeretle bir takım kazanımlar elde edeceğinize güvenlerini kazanın insanların.
Başımdan geçen bir örneği anlatayım isim vermeden. Ben yetkili olduğum bir bölümde çalışanlarıma güvenerek bir evrakı öylesine hazırladım ve imzaya sundum. Detaylı ve çetrefilliydi. Üstüm imzaladı. Alt birimlere yayınlayacakken içime bir şeyler doğru ve kontrol ettim sanki evrakı kendim hazırlıyormuşçasına detaylı olarak. Bir baktım ki evrak içeriği tamamen yanlış ve eski ve maksat dışı. Halbuki imzalıydı, yayınlanmak üzereydi.
ne yaptım? İmzalanmış evrakla birlikte, rezil olmayı göze alarak, mazerete, yalana sığınmadan… gittim ve evrakın yanlış olduğunu, kontrol etmediğim için suçun bende olduğunu söyledim cesurca. Olması gerekeni de anlattım. Sonuç? Kocaman bir aferin aldım ödül olarak. Birilerini satmadım, yalan söylemedim, hata yaptığım halde, suçu üstlendiğim halde tenkit yerine övgüye mazhar oldum.
Bu örnek kulaklara küpe olmalı.
Tam tersi olsaydı ne olurdu? Azar işitseydim mesela? Kızarırdı yüzüm ama haksız değillerdi ki. Ama en azından bana duydukları güven artardı. Velhasıl her iki sonuçta da kazanan ben olurdum ve öyle oldu.
Özetle… iş üretmek yerine mazeret üretirseniz kalıcı olamazsınız, başarıyı yakalayamazsınız.
Toplum olarak en büyük hastalıklarımızdan birisi bu mazeret üretmek işi. Kurtulmamız lazım, düzelmemiz lazım ama nasıl bilemiyorum.
Benden demesi.