Hayatlarımıza sokulmuş öldürücü virüsler
Hayatlarımız bir bebek olarak başladı. Dünyayı ve yaşamı tanımaya, bize gülümseyen adamla kadının kim olduğunu anlamaya çalışarak. Sonra canımız yandı, acıktık, pislendik, üşüdük, uykumuz geldi, yorulduk…. et ve kemikten ibaret bir şey olduğumuzu anladık. Tek derdimiz hayatta kalmak, yemek yemek, üşümemek ve uyumak oldu güven içinde.
Derken büyümeye başladık ve fark ettik ki et ve kemikten başka şeylerde var içimizde. Sevgilere, özlemlere, kıskançlıklara, mutluluklara dokundukça bunları aklın başaramayacağını, başka bir şeyler olması gerektiğini anladık. Yine anladık ki bizi biz yapan şey aslında bu içimizdeki şeylerdi.
Lakin o tertemiz şeyleri, o saf ve masum halleri yavaş yavaş terk etmeye başladık büyüdükçe, kirlettik. Melek doğmuştuk, ya insan ya şeytan olacaktık, biz çoklukla şeytanlar olmayı seçtik.
Bunca sevgi ortamında, okulda, mahallede arkadaşlar arasında nasıl oluyordu da sevgiye ihaneti, haseti, fitneyi sokuyorduk…. anlamadık. Sevdikçe düzeleceğimize bencilleştik, paralandıkça cimrileştik, çevremiz genişledikçe daha fazla fesat üretir olduk.
Neler olup bittiğini anlayamadan ergenliğe geldik. Sonra iş hayatına atıldık, evlendik, sosyal gruplara girdik… Çemberlerimiz, kümelerimiz genişledikçe yüzümüzün de kalbimizin de masumluğu gitti. Kazıklar yedikçe, ihanetlere uğradıkça, kötülüklere maruz kaldıkça değiştik. Kötüler bize kötülük bulaştırdı. İyilerden bile kötü yanlarını aldık.
Hayatta kalmak, zengin olmak, makamlara gelmek, daha üstün olmak, kolay ve korkusuz yaşamak, zevklere dalmak oldu isteklerimiz çaplarımızı aşsa da. Yetersizliklerimizi kaprislerimizle örttük, cüzdanlarımızı borçlarla doldurduk, gerçek dostlar yerine sahte arkadaşlıklara dadandık… sevgileri çıkartıp kalplerimizden, sevgisizlikleri, ruhsuzlukları koyduk.
Bilerek veya bilmeyerek onlarca virüs soktuk kalbimize, aklımıza.
Bizi biz olmaktan çıkartan, insanlıktan uzaklaştıran, şeytanlığa yakınlaştıran, tanınmaz hale getiren virüsler benliğimizi kapladıkça değiştik, kötüleştik. Mutsuz, sevgisiz, gayesiz ama şehvet ve hırs dolu bir yamyam fare olduk.
Masum olmayanlar vardı etrafımızda…. arkadaşlarımızdan, tanıdıklarımızdan. Ekranlar, sosyal platformlar, satılmış ve sapmış kalemler, azmış aç gözlüler, kendini alim sanan gafiller, ihanetçi mafyalar, yöneticiler, sahte filozoflar, inançlarımızı kirleten pis eller….
Onları dost sandık, doğru sözlü sandık, aldandık. Onların saçtığı virüsler onlara kalplerimizi açtığımız anda bulaştı vücutlarımıza. O sahte imitasyon alimlerin bilim adına yaydığı şeytanlıkları aklımıza aldığımız anda virüslendik.
Tertemiz ruhumuzu kirlettik şehvetli mum kokularıyla loş gecelerde. Okuduğumuz kitaplar bile bulaştırdı o çirkin virüsleri.
Zaman zaman temizlemeye çalışsak da o virüsleri, yerleşmiş, gizli, sinsi, truva atlarını, solucanları temizleyemedik hücrelerimizden. Bir kanser metastazı gibi sardı dört yanımızı da kurtulamadık, hasta olduk.
Öldürücü de oldular bazen, öldürmeyip süründürücü de zaman zaman.
Gayeleri öldürmek değildi zaten, ele geçirmek, kendisinden yapmak, onun izinden gitmemizi sağlamak.
Virüsleri bizleri çekti kendi tuzaklarına, kendi çirkin hayat anlayışlarına.
Reklam virüsleri gibi onları dinler, onlar gibi düşünür olduk gerçeğin tam aksine.
Doğru yoldan, güzelden uzaklaşıp, virüslü, kirli hayatlar yaşamaya başladık.
Akıllandık yaşlandıkça belki ama çoğumuz kurtulamadı. Bu hayatını da sonrasını da heba etti.
Virüs temizleme programları vardı hayatlarımızda…. üstelik bedava sürümleri bile vardı. Annelerimiz, babalarımız, büyüklerimizin nasihatleri gibi. Dost canlarımızın telkinleri gibi, Kur’an gibi, NUTUK gibi…. dinlemedik, kulak arkası ettik, rezil ve sefil hayatlara mahkum olduk.
Paraya kul ettiler, kişilere tabi ettiler, paramızı, hayallerimizi çaldılar, varlıklarımıza el koydular bu virüslerle…. fark edemedik.
Bazılarımız virüslendiğinin farkına bile varamadı ölüp gidene dek. Düşündüğünü kendi fikri sandı. Konuştuğunu kendisi akıl etti sandı. Oysa içindeki virüstü onu aldatan, söyleten, düşündüren. Aklı ve ruhu ele geçirilmişti. Farkında dahi değildi.
Velhasıl hepimizin içinde doğuştan var olan kanser hücreleri gibi, virüsler kaynıyor. Bunlardan kurtulmak zor. Çünkü hayat denizi virüs yayıcılarla dolu.
Yapılacak şey sağlam virüs koruma programları yani sağlam dostlar ve kaynaklar bulmak, ara sıra beden ve aklımızı resetlemek, yani medyadan, ekranlardan, düştüğümüz kirli çukurlardan uzaklaşmak, kaçıp kurtulmak, durup düşünmek, hayata mola vermek, aklımızı başımıza almak, gerekirse parça değiştirmek yani dost ve arkadaşlarımızın zararlılarından kurtulmak, fanatikliğimizden uzaklaşıp objektifliği seçmek…..
Bu dünya tek kerelik. İkinci bir hayat olmayacak. Lakin ikinci şansımız her daim mevcut.
Bedenlerimize soktukları hain virüslerden, kandırmacalardan, manevi mikroplardan kurtulmanın tam zamanı. Çünkü elektrikler ne zaman kesilecek, ne zaman bu hayata veda edeceğiz bilmiyoruz.
O ana dek, ondan sonrasını düşünerek adam gibi yaşamak, kanmamak, aldanmamak lazım.
Virüslerin panzehri akıl ve kalptir. Antivirüs programları olarak kalplerimize doğuştan yerleştirilmiş kabiliyetler, idrakler, sevgiler, şefkatler, temiz yürekler vardır. Dostlarımız, sevenlerimizin nasihatleri vardır. Allah’ın ayetleri, Peygamber’in örnek yaşamı, Ulu Önder Atatürk’ün yaşanmış örnekleri, başarıları, mücadele ve fikirleri vardır. Bunlarla kurtulabiliriz ancak.
Saçma ve boş hayallerle değil, cennetlerden tapular alarak değil, çalarak, yıkarak değil, onlardan olarak-onlarla iş yaparak değil, onların fedaisi ve köpeği olarak değil. Gerçeği sanala üstün kılarak, temizi yeğ tutarak, helal lokma peşinde koşarak, paraya veya kişilere değil sadece Allah’a kul olarak.
Yoksa bu virüsler kanser gibi yayılacak ve bizi yok edecek.
BU VİRÜSLERİN ÇOĞU ÖLDÜRÜCÜ; MAHVEDİCİ, AKIBET KARARTICI. Bu yüzden ahlaksızız, nankörüz, düşüncesiz, yarınsız, umutsuz ve sevgisiz yaşıyoruz, merhameti, vicdanı bu yüzden terk ettik de şeytanların ayak izlerinden yürür olduk.
Virüsler bizi birer ZOMBİ ZALİM yaptı.
Benden demesi.