Hayat kırkında başlar
Ortalama insan ömrü yetmiş sene. İlk beş on seneyi hayal mayal hatırlıyoruz. Kendi ihtiyaçlarımızı karşılamaktan bile aciziz çoğu zaman o yaşlarda. Yirmili yaşlara kadar hayatı tanımakla meşgulüz, hatalar yapıyor, düşüp düşüp kalkıyoruz. Otuzlu yaşlara kadar iş ve ev hayatına hazırlanıyor, bildiklerimizi sorguluyor, değerlerimizi ve karakterlerimizi oturtuyoruz yerlerine.
Kırklı yaşlarda ise hayatı, duyguları, gerçekleri, yediğimiz kazıklardan, yaptığımız hatalardan dersler çıkartarak tanımaya başlıyoruz.
50 ve 65 yaş arası günlerimiz ise ikinci hayat dediğimiz çayın demi gibi güzel zamanlarımız. 65 sonrası ise huzur aradığımız, yorgunluk atmaya çalıştığımız zamanlar…
Daha ilerisi ise düşkünlük anları…
Kırklı yaşlara değin önceliklerimiz çok farklı… çocukken beslenme ve emniyet, gençken heyecan ve macera öne çıkıyor. Duygularımıza gem vuramıyoruz erken yaşlarda, kırılganız, tecrübemiz noksan, doğru karar veremiyoruz çoklukla…
Kırk yaşına gelince ise beyazlamaya başlayan saçlarımızla birlikte bilgeliğe, gerçeğe, sanki başka bir boyuta geçiyoruz… Önceliklerimiz daha oturaklı oluyor, kararlarımız daha isabetli. kandırılmamız zorlaşırken beklentilerimiz de değişiyor. Maddiyata gerektiği kadar, dünya süslerine gerektiği kadar değer veriyoruz daha fazla değil.
Kırklı yaşlarda hayat gerçekten yeniden başlıyor. Sabahtan akşama etrafımızda olup bitenleri daha iyi anlayabiliyor, acemi hatalar yapmıyoruz, telaşlı değiliz, duygusal davranmıyoruz, yaptıklarımızın mesuliyetini üstlenme erdemini gösteriyoruz mazeretler bulmak yerine…. nasihat edebiliyoruz, eşyalardan ziyade anıları seviyoruz mesela, yazlık villalar, pahalı arabalar övünç meselesi değil muhabbet ortamı oluyor bizler için…. lükse, şatafata değil, gerçeğe, sevgiye, dostluğa önem veriyoruz rütbe, mevki ayırmaksızın.
Arabanın gaz pedalına bile daha az basıyoruz, öndeki arabayla aramıza daha fazla mesafe bırakıyoruz mesela trafikte.
Gözleri okuyabiliyoruz kırklı yaşlarda… ellerin titremesinden, terlemesinden, gözlerin kaçırılmasından, kirpiklerin kıpraşmasından anlam çıkartabiliyoruz… Oturuşlar, kahkahalar, beden dilinin tüm harfleri daha anlaşılır oluyor o yaşlarda.
gerçek çok daha yalın ve sade oluyor.
Mantık, duygularla kol kola yürüyebiliyor, istekler gerçeklerle kaynaşabiliyor, değerler ve mizaçlar daha kalıcı ve maskesiz hale geliyor, daha fazla kıymet veriyoruz yeni doğan güne.
gençken kaçırdığımız fırsatları, görmezden geldiklerimizi, kırıp döktüklerimizi daha iyi anlıyor, boşa geçen zamanlarımıza acıyoruz.
Bir ormanda, sahilde güneşi batarken yahut doğarken izlemek oluyor sevincimiz barlarda dans etmek yerine. İş hayatımız bile daha dengeli ve yavaş ama emin ilerliyor randevularımız, iş görüşmelerimiz.
Daha detaylı planlamalar yapabiliyoruz…. Faktörlerin tümünü hesaba katabiliyoruz kararlar verirken… hayal kuruyoruz ama hayalciliği terk ediyoruz o yaşlarda.
Hayat kırkında başlar diyorum ya daha ileri yaşlara umut ve sevgi biriktiriyor insan…. dostlar biriktirmeye gayret ediyor sahte arkadaşlıklar yerine. Gülerken göbeği oynayabiliyor o yaştaki insanın kimseden çekinmeden, tepkilerini daha cesur verebiliyor kızdıklarına.
İnsan o yaşa gelince aklını, kalbini daha fazla açıyor sevdiklerine. İstiyor ki o gençler, evlatlar düşüp kalkmadan anlayabilsin gerçekleri, hayatın dikenli yollarına sapmadan yürüyebilsinler… anlatıyor, nasihat ediyor, düzeltmeye çalışıyor.
Akıllı olanlar dinliyor, çocuklar ve akılsızlar es geçiyor bu nadide kelimeleri.
Kırk yaşında başlayan hayat ikinci hayat gibi. bir sabah uyanıyorsunuz ve yeni doğmuş gibi hissediyorsunuz. Yaşlanan adalelerinize, keskinliğini kaybetmiş gözlerinize, kısalan yürüyüş mesafelerinize rağmen… o sabah plan yapmaya başlıyorsunuz. Ölmeden önce yapılacak 100 şey gibi planlar… hayaller.
Gerçek ve gerçek olmayan dostlarınızı ayırt edebiliyorsunuz… Değerleriniz değişiyor, öncelikleriniz. Bir tanımsız farkındalık başlıyor. Kişilere verdiğiniz değerler, o güne değin yaptığınız yargılarınız, olaylara bakış açınız değişiyor. Bu bir dönüm noktası…
Yıkılma değil, kırılma değil, değişme, uyanma noktası bu.
Yaşlanma psikolojisi için henüz erken ama bazıları bedenlerindeki değişiklikler nedeniyle küsüyor hayata, ara veriyor yaşamaya. Ne kadar yanlış? Varsın hastalanın, varsın hastaneye daha sık gidin ne olmuş? Diğer tüm zamanlar sizin….en verimli çağınız bu. Hayattan kopmadan ama hayatın üzerine çıkarak yaşıyorsunuz artık o yaşlarda.
Kader bizi yönetir biz hayatı tanıyana kadar, hayatı öğrendikçe ise biz yön veririz hayata. İşte kırkıncı yaş bu dönemeç. Artık irademiz, isteklerimiz, beklentilerimiz oturmuş vaziyette ve bizi etkilemek o kadar kolay değil.
Ellili yaşlara kadar sürüp gidiyor bu güzel dönem hayatımızdaki.
Enerjiyi ölçülü ve dengeli kullanarak, somuttan ziyade soyuta yönelerek, hayatın tüm boyutlarını fark ederek, kuşların kanat çırpışlarını duymaya başlayarak geçiyor bu dönem.
Hayat kırkında başlar…. inanın. O kadar güzellik var ki o yaşlarda bile yaşanabilecek! Sakın hayata küsmeyin, ara vermeyin yaşamaya.
Hayat da sizin gibi dinleniyor her sonbaharda mesela. Sizin de erken son baharınız bu yaşlar. Kışa gelmeden sonbaharın tadını çıkartın.
Bence.