Hasta ediliyoruz
Şeytan ölümle ve fakirlikle korkutur. Bunu defaten vurguluyorum.
Fakirlikle, fakirleştirilmelerimizle alakalı yazımı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz. Diğer yandan ölümle, hastalıkla korkutuluyoruz ve bu artık bizde yerleşik bir korku olmak üzere.
Hastanelere gidin. Bahçedeki, acil servisteki kalabalığa bakın. Suratlardaki endişeye, çaresizliğe, teslimiyete, gözlerdeki korkulara. Sararmış tenler, sulanmış gözler, titreyen eller….
Hastanelerin adı bile soğuk ama insanlar sabah erkenden uyanıp koşuyor muayene odaları önüne. Uzun kuyruklar oluşturup medet ve şifa arıyor. Gece yarıları, sabahın erken saatleri bile dolu hastaneler.
Hastalar var, kendini hasta sananlar var, hastalık hastaları var, iyileşmekten korkanlar var. Sohbet odaları gibi hastane önleri…
Sadece yaşlılar ve çocuklar değil, gençler de hasta. Rapor almak için gelen de var, check-up için de ama en çok iyileşememekten korkanlar…
İddiam odur ki nüfusun şu an itibarıyla yarısından fazlası hasta!
Neden hastayız peki? Hangi mikrop veya kim hasta ediyor bizi? Yoksa en büyük virüs kendimiz miyiz? Öyle ya mesela kanserli hücreler dışarıdan gelmiyor, içimizde doğduğumuz andan beri varlar. Zamanı gelince ortaya çıkıyor ve bizi hasta ediyor. Ama hep oradalar.
Gıdaların, çevre koşullarının zararlı etkilerini saymayacağım burada. Konum; aklımızdaki hastalıklar yani kandırılışlarımız, korkularımız, yanılgılarımız.
İhanete uğruyor sağlıklarımız. Hasta ediliyor, suikasta kurban gidiyor. Bizi hastalıkla , ölümle korkutuyorlar. Biz de korkuyor ve teslim oluyoruz medet arama umuduyla. Psikolojik olarak hastayız aslında ama anlamıyoruz ve gerçekten hasta sanıyoruz kendimizi. Öldürmeyecek bir virüs yüzünden ölümcül hamleler yapıyoruz korkunun verdiği panikle.
Hastalık yapan mikrop değil, şifayı veren doktor değildir sözünü unutup…. şifa arıyoruz hastane köşelerinde vücudumuzu dinlemek yerine, aklımızı dizginlemek yerine, korkularımızı bastırmak yerine.
Bu yazı bir tedavi önermesi değil asla. Dileyen dilediği tedaviyi alsın. ben başka bir şey söylüyorum.
Check-up yaptıranlar var…. hastalığa ön almak adına. Sanki verdiği o kan tahlilinden beş dakika sonra hasta olmayacağının garantisi varmış gibi. Doktorlar var, can kurtarma iddiasında sanki canı onlar vermiş ve onlar ölümü engelleyebilirmiş gibi.
Yanılgılar ve yanlışlar o kadar çok ki… ilaçlar alıyoruz deste deste. Oramız iyileşiyor belki ama diğer bir yerimiz hasta oluyor yan etkilerden. Bunu göz ardı ediyoruz. Çok seviyoruz ilaç almayı… bu hobimiz oldu. Kim daha fazla ilaç içiyor diye yarış yapıyor yaşlılar…
Tansiyon hapı, vitamin, demir, kan ilacı vs… onlarca gereksiz ilaç atıyoruz mideye sağlıklı, dengeli beslenmek yerine.
Uzatmayayım. Neden bu haldeyiz? Çünkü şartlandırıldık, korkutulduk, alıştırıldık.
Hastaneler bu yüzden dolu. Sadece bizi hasta ettikleri için değil, biz kendimizi hasta ediyoruz asıl korkularımızla.
Ölümden korkuyoruz…. oysa ecel ertelenmez geldiğinde.
Bahane şu; ecel ertelenmez ama sağlıklı yaşamak ve yatağa düşmemek önemli! Yatağa düşmemeyi kim takdir edecek? Doktor mu? Siz mi? İlahi ve kutsal olan iradeye siz mi sahipsiniz? Mesela bir trafik kazası geçirmeyeceğinizi ne biliyorsunuz?
İhtiyat ve tedbiri savunuyorlar bahane olarak. tedbir almak diyorlar hastane gidişlerine. Peki o tedbiriniz mi koruyacak sizi? Hani tevekkül?
Tevekkül elden geleni yapıp gerisini Allah’a havale etmek, Allah’ın iradesine boyun eğmek demek. Tevekkül gösteriyor muyuz?
MR çektiriyoruz onlarca… tomoğrafi, idrar ve kan testleri, göğüs ve meme filmleri, renkli ultrasonlar vs… Tamam medeniyet güzel, hasta olunca tedavi olmak güzel…. ama hastanenin anlamını abartıyoruz. Kendimize güvence ediyoruz ecele karşı, itirazım buna.
Bizi hasta eden etkenleri hayatımızdan çıkarmadan, sürekli tedavi olmaya çalışıyoruz hasta olmamaya çalışmak yerine.
Bu7na itirazım var.
Bizi hasta edenlerle dirsek temasını kesmeyip, tedavi olmaya çalışıyoruz, onlardan hesap sormak yerine. İtirazım buna.
Korkuyla, kışkırtmayla doktorların üzerine yürüyoruz…. hain ellerin güdümüyle.
Sağlıklı kalmak için yemeyi, yürümeyi, hareket etmeyi bırakıp, ilaçlarla beslenmeye başladık…
Alüminyumlar, ısıl işlemler, GDO’lu gıdalar, sentetik etler hayatımıza sokuluyor, havadan zehirleniyoruz gün boyu…. hiç demiyoruz ki neden bu kadar çok insan hasta diye?
Bazı çocuklarımız var tedavileri çok zor ve pahalı… İyileştirmek için çaba harcıyoruz toplum olarak. Hatta bazen haddimizi aşıyor, feryat-isyan ediyoruz hasta edene. Kim o hasta eden? Yüce Allah! İsyanımız O’na mı?
Hastanenin bir köşesinde bebekler doğarken, diğer köşesinden cenazeler çıkıyor. Hayatın en kısa özeti bu sahne. Doğana sevinirken, ölene neden kızıyoruz. Alan belli veren belli can’ı.
Ben hastaneye de, sağlığa da, tedaviye de karşı değilim. Abartmaya, korkmaya, yanlışa sapmaya karşıyım.
Diyor ki ecele kadar sağlıklı ve dinç kalayım, kimseye muhtaç olmayayım…. Egolar o kadar yüksek ki altına kaçırmaktan korkuyor yaşlanınca, yürüyememekten, yemek yerken üzerine dökmekten…. Varlığın, yaratılışın en temel kanunu yaşlanmaya isyan halinde farkında değil. Sınav ne olacak? Sizin sınavınız, çocuklarınızın sınavı, toplumun sınavı o yaşlanma halleri…. tek tek, birey birey.
bebek, çocuk, ergen, orta yaşlı, yaşlı ve muhtaç şeklinde gidiyor sıra… en son tekrar çocukluk. hayat döngüsü u şekilde. Buna mı itiraz ediyorsunuz?
Kimi bebek ölüyor üç aylıkken…. Bizler ellili yaşları geçmişiz hala ölmemek duasındayız. Yaşayıp da ne yapacaksınız elli yıl daha? Bu çürümüş kaslarla, bıkmış hallerle, parasız cüzdanlarla?
Haddi aşmamak lazım, oturup düşünmek lazım.
Tedbir ve tevekkülü karıştırmamak lazım.
Bedeni dinlemek gerek. Herkes kendisinin doktorudur. Bunu unutmamak lazım.
Bence.
Hasta ediliyoruz, hastalanıyoruz ama en çok da kendimiz kendimizi hasta ediyoruz; cahilliğimizle, inançsızlığımızla, akılsızlığımızla ve korkularımızla… Çağın hastalıklarına en büyük sebep stresi kendimiz yaratıyoruz çoğu zaman. Endişe ve korkuları, vesveseci şeytandan miras aldık, çoğaltarak zehirliyoruz kendi kendimizi.
benden demesi.