Haşhaşi kavramı ve Hasan Sabah
Haşhaşi kavramı; Allah ile aldatmanın, dini sömürmenin erken zaman modelidir. Hasan Sabah (1053 yılında İran’ın Ren şehrinde dünyaya geldi, Şii olarak yetişti) vaktiyle (değişik rivayetlerin en makulü budur) gezip dolaştığı yerlerden birisinde bir kale görür ve orayı ele geçirerek saltanatını sürmeyi diler. Bir miktar para biriktirip, insanları kandırıp aldatarak, soygunlarla ve borçlarını ödemeyerek, hatta cana kast ile tehdit ederek o kaleyi ele geçirir ve asıl gücünü ise suikast timlerinden alır. Şöyle ki müridlerini kandırıp kendisi için bir işaretle ölecek hale getirir. Sonra bu adamları kendisini memnun edecek şekilde suikastlara yönlendirir.
Devrin kuvvetli krallarından birisinden taviz ve dokunulmazlık beklerken sergilediği tablo Haşhaşilerin durumuna örnektir. Bu Kral veya hükümdar Hasan Sabah’ı ziyarete kaleye gelir ve Sabah ondan bir şeyler ister. Hükümdar neden vermesi gerektiğini sorduğunda, Sabah’ın cevabı iki parmağıyla kuledeki nöbetçiye işaret etmek olur ve nöbetçi kendisini elli metre yükseklikteki kuleden aşağı atarak anında can verir. Der ki “benim böyle adamlarım olduğu için”. Bu dehşet vericidir ve hükümdar tavizleri verip oradan ayrılır.
Askerlerin nasıl o hale getirildiğine gelince… Askerler gece koğuş türü bir yerde yatmaktadır ve uyku öncesi askerlerden birisinin yemeğine uyuşturucu ilaç katılır. Derin uykudaki asker yatağından habersizce ve diğerlerinden de gizlice alınır ve arka bahçedeki özel bölüme taşınır, yatağa yatırılır. Burası güllerle çevrili, mis kokulu, sıcacık, yemek ve huri(!) dolu bir yerdir. Asker bu yatakta uyandırılır ve bir bakar ki cennettedir. Etrafında mey dolaştıran kızlar ona derler ki;
“bizler cennette senin hurileriniz. Şayet Hasan Sabah’ın emirlerine harfiyen uyarsan ve onun uğrunda ölürsen buraya gelecek ve bizlere sahip olacaksın. Bu vaziyette sonsuza dek seniniz!”
Bu olayı yaşayan birisi gerçekten cennette olduğunu düşünmez mi? Kızlar devam ederler;
“şimdilik sadece rüyadasın. Ne zaman ki gerçekten dediğimiz şekilde ölürsün burada seni bekliyor olacağız!”
Sonra yine uyuşturucu bir şeylerle askeri uyuturlar ve yatağına geri taşırlar. Asker sabah uyanınca rüyanın etkisindedir ve bunu herkese anlatır. Anlatanlar bir değil on olunca da herkes hikâyenin gerçekliğine kendisini inandırır.
Yine askerlerin arasından bir süre önce ayrıştırılan ve hakkında öldüğü yayılan bir asker yalancı şahitlik yapmak üzere gizlice herkesin görebileceği ortak bir mekâna getirilir ve toprağa gömülerek sadece başı görünür vaziyette saklanır. Askerler odaya girince yakın zaman önce ölmüş bu askeri görürler ve o asker konuşmaya başlar. Tabi ki cennetlerden ve hurilerden bahseder ki hepsi gördükleri rüya ile bu anlatılanları birleştirince iş artık kesin olur ve hepsi artık ölüme hazır fedailerdir. O asker sonra yine gizlice oradan alınır ve bu kez gerçekten öldürülür. Giden askerden geriye ise tamamen ikna olmuş şeytanlar kalır ki bunların hepsi Sabah için ölmeye hazırdır, iki parmağının işaretiyle kuleden atlarlar!
İsrailiyat uşağı yobaz zihniyet, bu hikâyeyi müritlerine cennet masallarıyla aynen tatbik eder ve uydurdukları din veya kendileri uğruna öldükleri takdirde hepsinin cennete gidip hurilerle cirit atacağına inandırır. Gülünçtür ama buna inanan o kadar çok insan vardır ki hepsi kanmaya hazır, ölmeye hazır, kirletmeye ve can almaya hazır askerlerdir. Oysa hepsi şeytanın askerleridir.
Haşhaşi kavramı ve Hasan Sabah bugün de devam eden din kandırmacalarının ve cennet hayallerinin tam ortasında durduğu için önemlidir. Anne ve babalar ile eğitim seviyesinin tüm kademelerinde yer alan eğiticiler bu tarihi gerçekleri bilmeli ve anlatmalıdır.