Gençlik günlerimden geriye kalanlar
Gençlik ara dönem…. çocuklukla yetişkinlik arasında, kısacık. Belki hayatın en güzel yılları ama en eğiticisi aynı zamanda, pişireni, hayatla tanıştıranı.
Çocukluğumu yazdım önceki yazılarımda… bende ne izler bıraktığını. Onunla da birleşik aslında…. bir sonraki seviye gibi düşünmek lazım. Çünkü bebeklik, çocukluk derken bir adım ötesi hayat yolunda gençlik yılları.
Acılarla, heyecanlarla, yokluk ve güçlüklerle, gerçekle tanışmak demek gençlik… ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmek demek… toz pembe hayallerden, masallardan sıyrılıp…. gündemle, güncelle, günle tanışmak.
Gençliğim İzmir’den uzakta geçti. Yatılı okudum. Zor geldi başlarda, sonra alıştım bir şekilde İstanbul’un cazibesine aldanıp, arkadaşlarımla güç bulup, yeni heyecanlarla avunup, mukayeseli olarak razı oldum gurbete.
Yalnızlık beni güçlendirdi. 14 yaşında gurbete düşmüş olmak, her ne sebeple olursa olsun, pişiriyor insanı. Arkadaşlar ediniyor, arkadaşlığı tanıyorsun, gerçek arkadaşlıklarla sahtesini ayırt edebiliyorsun…
genç yaşlarda, hele yatılıysan, parayı idare etmeyi öğreniyorsun mesela… hafta sonlarını planlamayı, dersleri ve eğlenceyi dengelemeyi…
ben darbeyi bile gördüm o sabah İstanbul’da, kırıktı kolum, hastanedeydim… Daha önceki halini de bildiğimden siyasetin, çok yadırgamadım sanki… terör bitsin, anarşi bitsin istiyordum sanırım. Ama devleti, terörü, bombayı gördüm o günlerde. Yanımda kolu kopmuş polis vardı, vali ziyarete geldi hatta. Bombalı pankartı indirirken patlamış, gözleri gitmiş, kolu bir tane noksan…
Sapık arkadaşlar vardı mesela kedilerin kuyruğunu kesen ulu orta.
Eşcinseller malesef, alkolikler, hırsızlar… Hırsızlıktan atıldı mesela mahalleden birlikte okula kaydolduğumuz çocuklardan birisi. Hali vakti de gayet iyiydi ailesinin aslında.
En akıllılarımız dayanamadı o disipline, bırakıp gitmeyi düşündü, ikna ettim kalmaya, sonra büyük adam oldu….
Aşklarım oldu İstanbul kokan…. lise aşkları. İzmir’den gelen sevgilerim de vardı masum, platoniğe yakın. Kızlarla sene sonu eğlencelerde dans ettim…
İstanbul’u gördüm o muhteşem güzelliğiyle o yıllarda. Eski ama eskimemiş yüzüyle. Vapurları , beyaz, Boğaz’ı boydan boya geçen…. Boğaziçi Köprüsünü gördüm… daha yeniydi, pırıl pırıl, inci gibi.
Arka sokaklarını gördüm… Beyoğlu’nun, Moda’nın, Üsküdar’ın…. hepsi farklı farklıydı diğerinden.
Kız kulesini, Ayasofya’yı, Topkapı Sarayı’nı, Dolmabahçe Saray’ını…. gezdim.
İlk şeker fabrikası olan Alpullu’ya götürdüler bizi…. her fabrikanın bir kale olduğunu orada anladım.
Boğazın kıyısında yürüdüm Beykoz’a kadar Üsküdar’dan, Beşiktaş’tan Sarıyer’e kadar…. gençtik, dinamiktik, keyifliydi…. Orada yalıları gördüm sahil kıyısında muhteşem, para kokan…. hemen ardındaki salaş balıkçıları, daha gerilerdeki fakir halk mahallelerini… Zenginlerin nasıl sahili kapıştığını gördüm önde ve engelsiz olmak için…
O zamanlar inanması zor ama sene sanırım 1980’di, 1000 Sel Mercedes görmüştüm Çengelköy’de…. Siyah, yeni, uzun, direksiyonda Arap Şeyhi vardı başında çarşafı, gözünde gözlükleriyle. 1000 Sel yazısı som altındandı… daha o zamanlar Araplara kızmıştım… Ne işi vardı İstanbul’da?
Sarıyer’de bir ağabeyimiz vardı… evini Türk Filmleri için sahne olarak kiraya veriyordu…. gittim gördüm.
Sarıyer’in üstlerinde manzaralı bir balık restoranı vardı, balık yedim şantöz eşliğinde. O zamanlar org ile müzik yapmak modaydı… Ucuzdu yemek içmek, öğrenci için bile…
Okul, güzeldi, zordu ama aşılmaz değildi….
Kandilli’nin tepelerini bile dolaştım… Beykoz’da börek, Kanlıca’da yoğurt yedim… Üsküdar’da Şemsi Paşa’da çay içtim boğaza karşı…
19 Mayıs gösterilerine çıktım İnönü Stadı’nda.
Kavgalar ederdik liseler arası, mahalle savaşları gibi…
Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı, Doğu Bank… uğrak yerlerimizdi, Sultan Ahmet….
O zamanlarda da turistler vardı, kısa kıyafetlerle, ellerinde fotoğraf makineleriyle…
Boğaz’dan dev gemiler gelir geçerdi, uzaktan isimlerini okuma yarışması yapardık, hipermetroptum, kazanırdım…
bazen dalgalı, sisli olurdu boğaz, geçit vermezdi gemilere…
Küçük tekneler olurdu gelip geçen gemiler arasında balık tutan ufak ağlarıyla, oltalarıyla… kaçışırlardı gemi gelince, sallanırlardı dev dalgalardan…
10 Kasım’larda…. Dolmabahçe’ye giderdik… ağlayarak.
maçlar olurdu Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş…. Sarıyer vardı bir ara…. kavgaları bile ufak çaplı olurdu…
Fenerbahçeliydim ben, övünmek gibi olmasın o zamanlar bile.. hala da öyleyim.
Boğazın kıyısında pembe ağaçlar vardı… sıra sıra…. güzeldi İstanbul. Lise yıllarım güzeldi.
O lise yılları bana çocukluktan erkekliğe geçişi öğretti sanmıştım ama asıl sonra öğrenecektim erkekliği.
Aşkı, sevgiyi, özlemi o yıllarda buldum sanmıştım, değilmiş. Zorlukları hayatın orada demiştim, değilmiş.
Lise en zoru diyordum, sonrası daha zormuş.
İstanbul güzeldi, Ankara kötü… Ankara’ya gittim sonra okumaya. Direndim başlarda, İzmir’e dönmeyi diledim ama mecburdum, çaresizdim, parasızdım, ailem de karşıydı dönmeme.
Gittim o denizsiz, dağlı, kuru Ankara’ya trenle hem de. Bir yeis kapladı içimi sigaramdan dumanlar çekerken üst üste.
Kalabalıklaşmıştık, farklı insanlar vardı… daha yüksek çıkıyordu sesi okul yöneticilerinin.
Hala çocuk olduğumu anladım o ilk günlerde… korku bir kaç gün uyutmadı beni. Sonra sonra ısındım lise arkadaşlarımla kenetlenerek… gruplaşmalar oldu, mukayeseler oldu… ama sıradanlaştı bir zaman sonra hayat.
Ankara’yı gezdim sonra… Kızılay’ı, Ulus’u, Anıtkabir’e gittim evvela. Deniz yoktu, sahil de. Ama Gençlik Parkı vardı, kocaman, oyuncaklı, çay bahçeli. Güzeldi.
Meclisi gördüm, eskisini yenisini. Camileri, Çankaya Köşk’ünü… Atatürk kokuyordu her yer, Cumhuriyet kokuyordu mis gibi…
Soğuğu fenaydı Ankara’nın, kirliydi havası zehir gibi o zamanlar. Doğalgaz yoktu, dağılmıyordu kirli dumanlar, spor yapardık ona rağmen sabahın köründe.
Batı sineması vardı, Akgün vardı, Meram pastanesi vardı, Kıvılcım, Nur pasajı, Maltepe’de kahve….
Güven Park vardı dolmuşlardan kızılca kıyamet….
Çankaya güzeldi, Yıldız, Oran… farklıydı Ankara’nın geri kalanından…
Tunalı Hilmi vardı…. Tunalı Yirmi sanıyordum uzun bir zaman değilmiş.
Tandoğan, Beşevler… Anıttepe. Güzeldi.
Orada erkek oldum diyebilirim İstanbul’daki yanılmalarımın üzerine.
Eğitim zordu, para yetiştirmek zordu, geçmek zordu, hayata yakınlaşmak zordu en çok.
Briç oynardık polis kahvesinde, pikniklerde sucuklu yumurta vardı ucuz. Öğün yapardık. Ankara simidi olurdu katığımız çayın yanına.
Ankara’da devleti gördüm…. kamu binalarını, Bakanlıkları, hükümetle devletin farkını anladım… asayiş vardı Ankara’da ama kara çarşaflılar dolu dolu…
Kızlar kısa boyluydu İstanbul’a göre. Güzel de değildiler çok fazla. Memur fazlaydı…
Kaldırımlarda koşuyordu insanlar İzmir ve İstanbul’dan farklı olarak. Bir şeye, bir yere yetişmek istercesine…. devlet dairesi gibiydi sokaklar.
Sakarya parkı vardı rengarenk… Olgunlar sokak eski kitapların satıldığı.
İlk ve son operama orada gittim… Anadolu Medeniyetleri müzesine gittim…
Anadolu şehri Ankara’nın neden başkent olduğunu anladım. Halkının Anadolu kokuşunu….
Sertti havası Ankara’nın o kurtuluş günlerinde sobasız, elektriksiz nasıl başardıklarına hayret ettim Atatürk ve dava arkadaşlarının… Sokak ve cadde isimlerine hayran oldum… Vatan caddesi, ordu sokak, Cumhuriyet caddesi, Tandoğan, Sıhhiye… hepsi Kurtuluş Savaşı’nın izlerini taşıyordu. Hatta Kızılay, Ulus…. övünç duydum.
Heykeller vardı Atatürk’e ait meydanlarda, parklarda… halk sevgiyle geçiyordu yanından…
10 Kasım’lar Anıtkabir’de daha mahzun oluyordu…. defalarca gittim…. ağladım, dua ettim, teşekkür ettim Ata’ma.
Cumhuriyet’in neleri başardığını Ankara’da gördüm, İstanbul’a rağmen…. İstanbul’dan farkını gördüm Ankara’nın o yıllardaki gibi. Bir yanda servet ve zenginler…. diğer yanda gerçekler ve Anadolu halkı.
Tren istasyonlarını, otogarı gördüm insanların Anadolu’dan gelip transfer olduğu sırtında pamuk yataklarıyla, bir umut Batıya göç ederek…
Toprağı taşı altın derlerdi o zamanlar İstanbul için, halk akın akın gurbete çıkıyordu İstanbul’a hiç bir güvencesi olmadan…. önce akraba yanına, sonra gecekonduya kiralık…
Ankara soğuk kış geceleri gibi sertleştirdi beni de. Yaz sıcağında kavurdu, eritti.
Kız arkadaşlarım orada da oldu… unutamadığım çok anım oldu… piştim.
Lakin hayat yaklaşmaktaydı… yaşım ilerlemişti ve okul bitmek üzereydi kısa zaman sonra… hayaller yerini gerçeklere bıraktı.
Ne yapayım, nasıl yaparım, neden böyle soruları arasında…. atılıverdim hayata…. tesellim İzmir oldu. Çok kalamadım ama yazları gidebildiğim İzmir her zamanki sıcaklığıyla karşıladı beni.
Sonrası gurbet…. Artvin, Kars, Tekirdağ, Erzincan, yine Ankara…..
İnsan memleketinden ayrılınca nerede olursa olsun gurbeti yaşıyor. Tek başına kalıyorsun ya geceleri, o geceler ıssızlaşıyor. Gündüz düşünce kaldıranın olmayacağını bilmek pişiriyor adamı, parasız kalırsan mahçup ve bitkin olacağını biliyorsun…
Paran kadar yaşıyorsun gençliğini…
Mesuliyet ve sorumluluk hissi biniyor omuzlarına yavaştan…
Planlar keskinleşiyor, ciddileşiyor arayışlar.
Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i öğrendim ben Ankara’da en çok.
kendimi tanıdım. Ne olduğumu, ne olmadığımı. Neleri istediğimi, nelerden hoşlanmadığımı.
Büyük şehirleri görüp, oradaki hayatları mukayese edip Türkiye gerçekleriyle tanıştım gençlik günlerimde.
Kızların kırılgan ve küskün olduğunu, erkeklerin kızlardan farklı baktığını hayata, paranın insanı nasıl değiştirdiğini…
Bilgisayar hala yaygın değildi o yıllarda, hayatın nasıl mekanik işlediğini…
Devlet ve hükümet farkını… giyinme şeklini, yürümenin en güzel spor olduğunu, okumakla değil gezmekle görüleceğini, görmek ve bakmak arasındaki farkı… öğrendim.
Bisiklet, oyuncak, değildi artık önceliklerim. Gençlik biterken…. okul biterken…. iş, maaş, ev oldu önceliklerim. Çocukluğun masum şımarıklıkları bitti, bitmek zorunda kaldı.
Hastalandığında bile tek başınaydın gurbette. Annenin verdiği şefkat ve sevgi yerine sadece kuru alaka vardı. merhamet yoktu ana kucağı gibi. merhamet yoktu, arkanda dağ gibi baban yoktu gurbette.
Evden haber alamazsan hayat dururdu sanki meraktan…. telefon nadirdi o zamanlar… klimalı değildi, hatta sigara içilirdi otobüslerde şehirler arası. İzmir Ankara’dan 12 saat sürerdi. Gurbet, memlekete bir hayli uzaktı yani.
İnsan gurbette paranın kıymetini anlıyor, çalışmanın şart oluşunu, dürüstlüğü, doğruluğu, dostluğu, dayanışmayı, bitince arkadaşından borç istemeyi, sende olunca ona vermeyi…
Giyinmeyi tek başına, üşütmeden, terlemeden orada öğreniyor insan.
Notlar alıyor hayata dair… planlar yapılıyor gençlikte gurbette, adımlar atılıyor.
ben çok kötü bir gençlik geçirmedim anlayacağınız. Param çok yoktu ama mutlu bile sayılabilirim…
Şimdi ile kıyas yaparsam, o zamanlar daha mutluydum sanki. Ülke mutluydu. Eski modaydı, gelenekseldi, fakirdi, Batı’yla henüz kaynaşmamıştı, daha Türk’tü, daha İslam’dı, daha dürüsttü.
Paylaşıyordu, yardımlaşıyordu insanlar, iş bilen bürokratlar vardı, kıymetliydi doktorlar, eczacılar… tek tüktü avukatlar… okumuş adama saygı vardı, iş vardı. Mafyalar yoktu mesela çokça…hırsızlar sıradandı.
İş üretmek, mal üretmek, hizmet üretmek davasındaydı insanlar koşturarak, hazır lopçu değildi kimse, tefeciler yoktu kaldırım kenarlarında, dolandırıcılar bile sıradandı, en fazla kırık makineleri satarlardı halka laf kalabalığıyla…
Sentetik gıdalar yoktu, eşek eti yoktu, ısıl işlem görmüş gıdalar yoktu, yerli mallar vardı her yerde.
Anadolu’nun tarihini, Türk medeniyetini, yerli üretimi, yerli ve milli olmayı öğrendim ben gençliğimde. Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in kadrini, kıymetini.
Trafikte eski arabalar vardı ama herkes diğerleriyle benzeşti. Uçurumlar yoktu zenginlerle fakirler arasında. Teknoloji henüz zehirleyememişti zihinlerimizi… hastalıklar bile yoktu bu kadar çok.
Okumuşa değer vardı, saygı vardı alimlere.
Din adamları Atatürk’ü anardı hutbelerde, her biri kendisi yazardı vereceği vaazı, hutbeyi. Ezanlar sıra sıra dakikalarca sürmezdi reklam eder gibi… sokaklarda din adamı kıyafetiyle dolaşılmazdı…
Medeniydi insanlar, kibardı. Takım elbiseli adamlar, güzel giyimli hanımefendiler vardı devlet dairelerinde…
Öğretmene saygı vardı evvela… muallim derlerdi hoca değil. Hoca camide derlerdi…..
Dizişler bile halka, vatana, bize hastı. Filmler de. Kemal Sunal’lar, Adile Naşit’ler, Minür Özkul’lar vardı…. neşeli aileler.
Ormanlarla kaplıydı şehrin hemen yanı başları, ne yüksek beton binalar vardı, ne azman gökdelenler… komşuluk vardı, insanlık vardı….
Çocukları kaçırmazlardı o zamanlar, kesip yedek parça yapmazlardı… uyuşturucu satamazlardı sokakta…. bekçiler vardı gece boyu düdük çalarak gezen kahverengi elbiseli…
Kanundan korkardı herkes, saygılıydı kurallara, adalet vardı…
Pastanelerde buluşurdu insanlar, muhallebicilerde, barlarda, pavyonlarda değil.
Otobüste yer verilirdi yaşlılara… kapılardan önce hanımefendiler geçerdi…
Maskeyle dolaşan da yoktu…. köpek gezdirip kakasını kaldırımda bırakan da.
Ne göbeği açık olan kızlar vardı ve kapkara çarşaflara dolanan minik kızlar…
Erkeklerin paçası genişti, bıyıklar aşağı kadar uzanıyordu, tespihle gezen amcalar da vardı ama kimse diğerine ses etmezdi. Kimse diğerinin inançlarını, partisini, takımını hatta memleketini merak etmezdi.
Dostluklar samimiydi, kalıcıydı, silah arkadaşlığı gibi. Unutulmazdı asker arkadaşlığı…
İstiklal Marşı’mız okunuyorken şehirde hayat dururdu adeta… tüyleri diken diken olurdu insanların.
Ahlaksızlıklar paraylaydı bazı hazırlanmış yerlerle sınırlıydı adını demeyeyim burada, alenen uluorta ahlaksızlık yapılmazdı…
Ne ithal içkiler vardı ne arabalar… mavi bandrollü sigaralar kaçak gelirdi yurda… Alamanya’dan.
Tatile değil, pikniğe giderdi insanlar… yurt dışlına çıkan azdı. Ama mangallar yakılır, ip atlanır, top oynanırdı mangal partilerinde yakın orman içinde. Kimse ateşini söndürmeden bırakmazdı, kimse ormanı ateşe vermezdi otel yapmak için…
hayat normal akardı, yabancılara endeksli değildi, döviz oyunları yoktu, tasarruf demek yastık altına konan çeyrek altınlardı.
Çeyizleri hazırlanırdı kızların çok önceden… erkekler için tarlalara kavak ağaçları dikilirdi evlenme vakti kesilsin de satılsın diye.
O gençlik beni ben yaptı.
O gençlik beni vatansever, aydın, Atatürkçü yaptı.
O gençlik bana ailenin, vatanın kıymetini, çalışmanın önemini, alın terine ve adalete saygıyı öğretti.
yerli ve milli olmayı o yıllarda öğrendim ben…
Gençlik günlerimden geriye kalanlar beni ben yaptı bana göre. Sevgilerle.. özlemlerle büyüdüm, hayatı tanıdım, adam oldum mu bilemem ama yanlış insan olmadım en azından.
bence.
Hatırlamak için bir kez daha bakınız; Atatürk’ün Türk Gençliği’ne seslenişi…