Geleceği tasarlamak mümkün mü
İki tür gelecek vardır; ilki mukadderat ya da kader dediğimiz kutsal ölçü ve gidişata bağlı bilinmez yarın, diğeri insan elinde olan yön verilebilir gelecek. Yani insan elinde olmayan ve insan elinde olan iki farklı gelecek.
Elimizde olmayan gelecek için yapacak bir şeyimiz yok. Yani hayatımıza kimler girecek, kimden doğacağız, nerde, ne zaman öleceğiz gibi.
Elimizde olan gelecek ise irademizle şekillendirebildiğimiz, tercihlerimize bağlı gelecek. Hangi okullara gidecek, hangi mesleği seçecek, kimle evlenecek, nerde yaşayacak, ne yiyip içeceğiz gibi. Güzel mi yaşayacağız, çirkin mi, yasalara uyacak mıyız, uymayacak mıyız, iyi mi kötü mü olacağız gibi…
Geleceği tasarlamakla kast ettiğimiz de elbette elimizde olan, tercihlerimize bağlı irade mahsüllerimiz.
Bizim imkanlarımız dahilinde olan bu yarınlar elbette sadece istemekle olmuyor. Dahası pek çok planlama, hazırlık, kabiliyet, istek, sabır, çalışmak gerekli. Zor bir yolculuk bu. O yüzden de kalıcı. Şayet kolaysa, kolay yoldan elde ediliyorsa zaten ya geçicidir ya yasadışı, ya anormal. En azından toplumun kabul edemeyeceği bir tasarıdır.
Bir binayı tasarlamak kolay, yolu, köprüyü. Mimarlık çok zevkli mobilyalar, bahçe dizaynı filan.
Zor olan hayatımızı tasarlamak. Çünkü bu akıllı adamların, yaşamı anlayabilenlerin, büyük insanların yapabileceği bir şey.
Etrafımızda ot gelip saman giden sayısız insan var. Başkaları için yaşayan, alkışla denildiği için alkışlayan, yuh çek deyince yuh çeken. Bunlar başkalarınca gösterilen şekilde yaşıyor, başkalarınca gösterilen eşlerle, onların istediği zamanda evleniyor, baba mesleğine devam ediyor istemeden, kıyafetinden yemeğine başkaları karar veriyor. İlginçtir koca prens ve prensesler bile bu acınası halde. Özgürlükleri, iradeleri yok. Hayatları kurallara, protokollere bağlı ve dışına çıkamıyorlar.
Bir de uçarı tipler var. kendilerini hippi sayan, aşırı sınır tanımazlar. Bunlar azınlık ve istisna ama onlarında gafleti hayatın gerçeklerinden habersiz olmak ve bu durumlarının geçici olması. Yani hayat felsefesi dedikleri şey askere yazılınca yahut paraları bitince sona eriyor.
Asıl hedef kitle akıllı, tahsilli, mantıklı, saygın kesim. Bunlar toplumun lokomotifleri aynı zamanda. Geleceklerine kendileri karar veriyor. Hatta ait oldukları toplumda da söz sahibiler ve ülkenin geleceğini tasarlamak bile imkanları dahilinde. Bir Mustafa Kemal Atatürk düşünün ki koca bir milletin geleceğini tasarladı ve inşa etti.
Biz Mustafa Kemal Atatürk gibi olamayız ama hiç olmazsa kendi hayatımızı düzene sokmak, bir seviyeye getirmek, geleceğimize yön vermek kabiliyetindeyiz.
Bunun için lazım olan her şeye sahibiz, mazeretimiz de yok.
Sağlıklıysak, alışıyorsak, eğitim almışsak, yere kendi ayaklarımızla basabiliyorsak…. mümkün. Geleceği tasarlayabiliriz. En azından kendimizinkini.
lakin bu o kadar kolay değil. Kolay olsaydı herkes aynı durumu yaşayabilirdi.
çalışmak, vizyon sahibi olmak, acılara, yokluklara katlanmak, sabretmek, düzenli şekilde ısrarla sürdürmek gibi pek çok içsel zahmet var bu yolda. Gençlikten itibaren okumak, not almak, öğrenmek, heves etmek, inatla araştırmak, kendini dinlemek, akla danışmak, nasihatlere kulak vermek, gerekirse destek almak, çözümleme sanatını öğrenmek, yılmamak, kolaya kaçmamak, vazgeçmemek, yorulunsa da devam etmek gibi …pek çok meziyet gerekli.
Bunları yapabilirsek geleceği kendimiz tasarlayabiliriz. Ne demişler; kader hayatı anlayana kadar bizi yönlendirir. SOnra biz ona yön veririz. Tam doğru olmasa da bence akla yatkın.
Hayatı tanımakla başlar her şey ve eğer tanımıyorsak… başaramayız. Müstakil karar almak, tam bağımsız olmak çok mümkün değil. Aileler var, dostlar, akrabalar var, ekonomik imkanlar var…. yerel ve geleneksel sınırlamalar var, yasalar var… ama bunlara rağmen kişisel hak ve hürriyetleri kullanmak olası.
Bunun için öz güven şart ama boş olmamalı bu güven. Ayaklar yere sağlam basmalı. Kimseye güvenilmemeli, sırtlar duvara yaslanmalı. Haklı olmalı, adaletli olmalı, meşru ve caiz olmalı, vicdana uygun olmalı, kırmamalı, dökmemeli…
Gelecek elbette çok geniş bir kavram ama dar bir örnek verilebilir belki. Eve kedi veya köpek almak mesela. Karşı olanlar, destek verenler, maliyetler, nasihatler, kaideler, sağlık kuralları, ekonomik şartlar vs…. göz önünde bulundurularak yine de istiyorsanız… hayat sizin. Ama unutmayın ki kişisel karar ve seçimler, neticede sorumluluğu da beraberinde getirir.
Bu sosyal hayatta da böyle. Tercihlerimiz bize ait ama beraberinde sorumluluk da getiriyor. Ye3tki kullanıp, hakka sahip olup sorumluluktan kaçmak yok. Ne yasa da ne Allah’ın kitabında.
Bir de Ulus’un geleceğini tasarlamaya çalışanlar var. Toplumun, yaşamın, şirketin, mahallenin, zümrelerin vs. İşçi sendikaları gibi, meslek odaları gibi, vekiller gibi, yönetim kurulları gibi.
Atatürk örneğini verdim az önce. O tek. Dünyada eşi benzeri yok. Olmayacak da. Ama daha alt seviyelerde pek çok insan var kör olduğu halde senfoni yazan, kitap yazan…. Tek bacakla maraton koşan, ciğer ameliyatı geçirip metrelerce derine dalabilen…. Yükseklik korkusu varken uçak pilotu olan.
Bir de sanal sahtekar düzenleyiciler var.
Tüm dünyanın geleceğini tasarlamak gibi adi bir oyuna soyunmuşlar. Bunlar sadece kendi tercihlerimizi değil, kutsal olan geleceğe de el atıyor ve insanlığı uçuruma sürüklüyor. Nihayetsiz ve başarısız olmaya mahkumlar ama kandırıyor, zorluyor, mecbur bırakıyorlar. Dijital, sanal, sentetik, sahte yarınlar hazırlıyorlar insanlara, insana rağmen. Bilgisayara teslim edip hayatı, dünyayı kahredip, korkutup sindirerek, bize sormadan…. küfrederek, ağızlarında salyalar akarak bağırırken.
Metale, betona mahkum etmeye çalıştıkları hayatta, özgürlükleri, mülkiyetleri, sağlıkları kontrol etmeye çalışıyorlar. İnsanlık medeniyetinin tüm birikimlerini yok etmek, tarihi değiştirmek, geleceği kaleme almak derdindeler. Dahası kutsalı bile değiştirip insanı yarı tanrı yapma hayalindeler.
Malum… küreselizm, dijitalizm, siyonizm, totalitarizm… ne derseniz deyin adına; şeytancılık yani.
kendi geleceğimizi tasarlarken nasıl özne biz isek, başkalarının hakkımızda vereceği kararlarda da özne biziz, biz olmalıyız. Olamıyorsak en başta dediğim ot gelip saman gidenlerden oluruz ki insan olmak bu değil, ahiret hesabında da verecek cevabımız olmaz… ama mesuliyetimizi azaltmaz bu gafletimiz. Yani kötüye direnmez teslim olursak, kötülerden oluruz. Çünkü kötülük destek verenleri sayısınca büyüktür.
Kişisel geleceğimizde kötü olmak seçenekler arasında nasıl yoksa… global geleceğimizde de, milli geleceğimiz de de kötü ve kötülük olmamalı.
Dolayısıyla geleceği öyle tasarlamalıyız ki ferah, mutlu, emin, sağlam, sağlıklı ve adil olabilelim, kalbimizi ve aklımızı rahat ettirebilelim, etrafımıza umut ve sevgi saçabilelim… insan olmanın hakkını verelim.
Yoksa…. birileri bizi güdüyorsa, yahut biz sınırlama ağlarına takılıyorsak, hele hele teslim oluyorsak kötülüğe… insan bile değiliz demektir, geleceği tasarlayamıyoruz demektir, hazırlanan gelecekte figürandan öte gidemeyiz demektir.
bence insan kendi tercihlerini doğru yapmalı, geniş düşünmeli, hak ve adaletten sapmamalı, güzele ve iyiye hizmet etmeli, kendisini yetiştiren aile, toplum gibi çemberlere haksızlık ve kötülük etmemeli. Vatanını en çok seven nasıl görevini en iyi yapansa…. gelecek de onun uğrunda ter dökenlerin, vicdan sahibi olanların ve aklı kullananların hakkıdır.
Gelecekte şayet aydınlık istiyorsak…. iyi ve güzel gençlerin önünü açmalı, kötülükle amansız mücadele etmeliyiz ki… yarınlar kararmasın.
Gelecekte mutlu olmak istiyorsak…. insan olalım, aklı kullanıp kalbe danışalım ve gereğini yapalım yeter.
benden demesi.
Şöyle bitirelim. Geleceği tasarlamak mümkün mü sorusuna cevabımız evet ama şarta bağlı olmalı. Hak ediyorsak, hak ve adalete riayet ediyorsak, gereğini yapıyorsak… evet. Ot gibi gelip irademizi başkalarına teslim ediyorsak, aptal hevesler güdüyorsak, pis işlere umut bağlıyorsak ve çalışmıyorsak… hayır!