Ehliyet ve liyakat
Hep söylüyorum; meşgul olmak çalışmak demek değildir diye…. Etrafımızda onca insan var çalışan ve malesef bir adım ilerleyemiyoruz. Üretemiyoruz, nüfusu besleyemiyoruz, yönetilemiyoruz, marka olamıyoruz, enerjimizi doğru işlere kanalize edemiyoruz ve teknolojik olarak geri kalıyor, ekonomik olarak batıyor, toplumsal olarak çöküyoruz. Halbuki çoğu insan iyi niyetle, gayretle çalışıyor. O halde neden bu haldeyiz? Ehliyet ve liyakat sistemimiz yanlış, taraflı ve manipüle ediliyor da ondan.
İşin ehli insanlar meslekte yükselemiyor, aileden olmadığı, kendisine referans olacak bir beyefendi (!) bulunmadığı, paralı okullarda okuyamadığı, siyasi ve dini ve sosyal bazı zümrelere dahil olmadığı, fırsat eşitliğinden yararlanamadığı için… ve tabi bazıları kayrıldığı, hak etmeden mevkilere geldiği için…
Ehliyet ve liyakatin manası şudur; ehil insan o işin ustasıdır, ehliyet sahibidir, öyle parayla satın alınan ehliyet değil gerçek ehliyet, erbabdır, ahidir, işi bilendir, uygun eğitim alandır, o işi layıkıyla yapabilecek olandır. Liyakat ise layık olma, hak etme mertebesidir ki ustalar arasında, ehliyetliler arasında en uygun kişidir, koltuğu doldurabilen, işi emniyetle ve istenen biçimde tamamlayabilecek olandır.
Dinen Ehliyet ve liyakat farzdır. Kanunen bu bir zorunluluktur. Vicdanen ve mantıken doğru olandır, aranması gerekendir, geleneksel olarak ehliyet ve liyakat Atalarımızın asırlardır uyguladığı sistemdir.
Üretemiyorsak, ilerleyemiyorsak, rekabet edemiyorsak ehil ve layık kimselerin önünü açmadığımız için.
Her işten örnek verebilirim. Bir motosiklet fabrikası olsun mesela. Fabrika müdürü gece gündüz çalışır, işi bilir, öğretir, kontrol eder, işletir, çekirdekten yetişmiştir. Ama bir gün patronun oğlu gelir ve o makama yerleşir… Yurt dışından gelmiş, macera aramaktadır, yahut babası (!) onu göz önünde tutmak ister…. Ya da bir gün bir pis sakallı gelir o işi alır. Çünkü patronun gittiği toplantılardan (!) arkadaşıdır, yukarıdan birilerinden emir almıştır…. İşi bilen küser, gider, emekli olur… İş batar, fabrika çöker…
İhale mesela. Ucuza, kaliteli yapacak tecrübeli firma yerine bir bakarsınız, adı duyulmamış, üç günlük bir şirket almıştır ihaleyi. İş yarım yamalak olur, para boşa gider, insanlar üzülür, iş tamamlanmadığı için defa defa ihaleler yapılır, mağduriyet sürer gider.
Şofbeniniz bozulur… Ucuz olsun diye lanettayn bir usta çağırırsınız, servisini aramak yerine, arıza giderilse de geçicidir ve çoğu zaman daha büyük masraflar çıkar, kısa sürede arıza tekrarlar, yeniden usta çağrılır, stres, üzüntü, israf vs…
Bahçeye domates dikmek istersiniz fidandan. İşi bilmeyenden yardım alırsanız fidan büyüse de verim alamazsınız…. Dev barajlar yaparsınız tanınmamış firmalarla o baraj ilk kuvvetli yağmurda yıkılır…. BİNALAR YAPARSINIZ SIRA SIRA GÖSTERİŞLİ…. KOCA SİTELER İLK DEPREMDE YERLE BİR OLUR… BİNLERCE CAN GİDER.
Velhasıl ehliyete ve liyakata sahip kimseleri arayıp bulmak, işi onlara vermek, rahat etmek gerekir.
Dinen; işin ehil ve layık olmayana verilmesi de, o kişi veya şirketin o işi alması da HARAMDIR:
Atatürk’ün askerlerine, memurlarına, bakanlarına, vekillerine, din görevlilerine, bankacılarına, sanatçılarına, fabrika müdürlerine bakın. Hepsi eğitimli, vatansever, çalışkan, layık, ehil, bilge ve dürüst kişiler… Her biri kendi çapında bir lokomotif. Bu sayede ilerledi Cumhuriyet Treni… Kültür ordusunun neferlerinin yetişmişliği ile düze çıktı koca bir toplum.
Şimdi marangozda üç gün çalışan dükkan açıyor…. parayı bastıran vekil oluyor…. mülakattan geçebilen memur oluyor… iki şarkı ezberleyen sahneye çıkıp sanatçı geçiniyor.
Kalitemiz düşüyor…. fakirleşiyor, bakımsızlaşıyor, geri kalıyoruz medeniyetin geri kalanından.
Kanunen işler ehil, yetkili, yeterli, layık, düzgün ve tecrübeli firmalara verilmek zorunda…. Öyle mi?
Gözünü para bürümüş insanlar hizmet üretmekten ziyade para kazanmayı hedeflemişken…. memnuniyetten söz edilebilir mi?
Seviyesiz tartışmalar, kısırlıklar, gericilikler, boş konuşmalar, ekonomik krizler, yangınlar hep bu yüzden….
Çünkü tedbir, kontrol, üretim, takip, sinerji, vizyon, irtibat, koordinasyon… ehliyeti gerektirir. Layık kimseler kolları sıvar, işe koyulur ama planları, hedefleri, kontrol listeleri vardır… çalakalem iş yapmazlar.
Adam bir ülkeye ataşe atanır ama lisan bilmez. Hadi bu kez yanına tercüman verilir. SOnra yardımcı, sonra danışman, sonra araştırmacı, sonra irtibat personeli…. diğer yanda bu diplomasiye senelerini vermiş nadide insanlar eve gönderilir, ülke sessiz, kulaksız, gözsüz bırakılır… medeniyetten de böyle adım adım uzaklaşılır.
Yargıda da öyledir, bankacılıkta da, sanayide de, eğitimde de… Meslek okulları bitirmiş öğretmenler atama beklerken, bilmem ne fakültesi bitirmişler öğretmen kadrolarını doldurursa… o eğitimden hayır gelmez. O eğitim Atatürkçü olmaz. O eğitim ehil ve layık kimseler yetiştiremez.
Beyaz Zambaklar ülkesinde kitabını okumadıysanız okuyun. Liyakat ile bir ülke sıfırdan ayağa nasıl kalkar görün.
Bu nedenle aile ilişkilerinden itibaren… en tepe diplomasi mertebelerine kadar, siyasetten eğitime her alanda liyakate muhtacız. Bu bir rica değil mecburiyet. Yoksa duvarımız yamuk örülür, binamız ilk depremde çöker, kanun önünde hesap sorulamaz, tren raydan çıkar, maden göçer, hastalar iyileşemez, doktorlar yurtdışına kaçar, hak etmeyenler koltukları doldurur….
Sonra fakirleşir, hastalanır, eğitimsiz kalır, yok oluruz… Ülke çölleşir, beton yığınları kaplar meraları, dereler taşar, göller kurur, ormanlar yanar, marketler zehir saçar, uluslararası markamız olmaz, geri kalırız, aç kalırız, ithalata mecbur oluruz.
bence kişisel meselelerden itibaren çevremizde bu tür kabiliyetli, istekli, iş üretebilen kimseler olmalı. Kendimiz de ehil ve layık olmaya çalışmalıyız neye kabiliyetimiz varsa…. Piyano da çalabiliriz, inşaat ustası da olabiliriz, tren de sürebiliriz. Yeter ki ehil olalım…
Layık değilsek kimse bir işe talip olmamalı, iş o kişiye verilmemeli, verilse dahi o kişi o işi kabul etmemeli eğer kendisini yeterli hissetmiyorsa.
Hani sünnet diyor ya bazıları… Sevgili Peygamberimiz işin ehli Müslümanlar arasında yoksa Yahudi’ye bile verirdi… Atatürk Yahudi göçmenlere (can korkusuyla gelenleri) fakültelerin başına geçirdi….. Bizler Balkanlar’dan gelen soydaşlarımızla kalkmadık mı ayağa….?
Benden demesi. Ehliyet ve liyakat yoksa, orada huzur, güvenlik, ilerleme, üretim, sağlık, başarı ve para olmaz… ne tarım olur, ne sanayi!
Ustalar sanayide nasıl çırak yetiştirir bakın ve hayatınız için kopyalar çekin….
Sonra acemiler, para sevdalıları, sapık gayeliler, cahiller sizin yerinize bir yerlere gelirse ağlamayın…