Duygusal çöküşlerimiz
Hayat toz pembe değil masallardaki gibi. Çokça inişler, çokça çıkışlar var. Yırtıcı pek çok diken var sağda solda. Yer düz değil, çukurlar, çamurlar var. Her günün bir gecesi, her baharın bir kışı var yaşadığımız.
Gülüyor eğleniyorken acı bir telefon geliyor bazen. Bazen de evde sevdiğimizin bize ihanetiyle karşılaşıyoruz, yahut iş dünyasında fırtınalar kopuyor ve iflas ediyoruz, ya da en değer verdiğimiz dostumuzla bir anda düşman oluveriyoruz sudan sebeplerle.
Moralimiz, motivasyonumuz etkileniyor, işsiz, umutsuz, ışıksız kalınca…. hasta olunca, parasız kalınca, çaresiz hissedince de … çöküyoruz duygusal olarak.
En kritik ve tehlikeli an da bu. Toparlanmak için bir dostla söyleşmek, kendini avutmak, çıkıp mesela alışveriş yapmak, çikolata yemek kolay çözümler. Lakin dertlerimiz daha büyükse bunalım kapıda demek olacağından daha büyük çareler aramak durumundayız. Ama bu çareler sonradan bizi utandıracak, üzecek çözümler olmamalı. Yasa ile başımız derde asla girmemeli. Alkol çare değil, barlarda sabahlamak, sarhoş olup dağıtmak da. Uyuşturucuları saymıyorum bile.
Duygusal çöküşün bu en derin darbeleri bizi dipsiz kuyulara atıyorsa bile çaresiz değiliz. Çünkü her gecenin bir sabahı var. Mesele düştüğümüz kuyuların derinliği değil, çıkmak için tutunacağımız ipin boyu uzun olsun yeter!
Hayat devam edecek, o acılar bizi büyütecek, kişiliğimiz oturacak. Sevinçli, kedersiz, mutlu anlarımızın kıymetini, sağlığımızın kıymetini daha iyi anlayacağız.
Teslim olmak yok. Düştüğümüz yerde kalmak yok. Kalkıp yürümeye devam edeceğiz.
Duygusal çöküşlerimiz yaşadığımız sürece devam edecek, kaçacak yer yok ama mesele onlarla baş etmek, teslim olmamak.
Bence insan düşmekten korkmamalı. Acı ve acınası olan düşünce kalkamamak.