Çocukluk günlerimin ayak izleri – 4
Annem ilkokul üçe kadar gidebilmişti, babamsa ilk okulu bitirmemiş… diploması yok. Benim bu yüzden okumamı istiyorlardı. Ablamda liseyi hedeflemişlerdi ama benden çok şey bekliyorlardı. Hatta annem beni küçüklüğümden beri subayım diye severdi. Beklentisi oydu.
Evimiz eski, viran sayılabilecek, üç odalı bir yerdi ama kaleydi bizim için. İçeride kendimi hep güvende hissederdim. hatta bahçesine girip dış kapısını kapattığımda. Annem vefakar, çalışkan ve titizdi ama babam direğiydi evin. Ona sorulmadan, o istemeden, ondan izin alınmadan bir şey yapılmazdı.
babam varken hiç bir şeyden korkmazdım. Güçlü, kuvvetli, iri yarı, dev gibiydi. Asabi değildi ama nadiren sinirlenince çarptığı insan doğrulamazdı bir daha. Annem ise şefkat ve bereket tanrıçası gibiydi.
Sokakta muşmula ağaçları, mandalin, limon, erik ağaçları vardı… koparırdık abartmadan. Ev sahipleri ses etmezdi. Bahçelerine izinsiz girmemizden hoşlanmazlardı sadece.
Arka bahçemizde iki koca dut vardı. teki beyaz, iri, diğeri tatlı, kırmızı…. upuzundular. İki tane de erik ağacı vardı. Teki sarı, diğeri kırmızı. Bir seferinde o kadar çok yemişim ki daha yeşilken, yaklaşık üç saat…. sonrası malum. Hastalanma, doktor, ilaç. Ama güzel yanı şuydu 15 gün rapor verdi doktor ve dedi ki portakal suyuyla, tavukla besleyin… Bunlar benim sevdiğim şeylerdi ama malum bütçe nedeniyle pek yiyemiyordum. Ama ne oldu? babam buldu buluşturdu, annem belki altın bozdurdu veya dantel sattı…. ben 15 gün bunları yedim ve iyileştim.
Arı yuvalarına çomak sokardık oynarken muziplik olsun diye. Kaç kere arı soktu hatırlamıyorum bile. Hatta bir defasında arılara atacağım diye komşunun camını kırmıştım, arka penceresinin. Sonra şikayet ve evde dayak… popodan.
Hurdacılar, leğenciler, eskiciler vardı sokak aralarında gezen. Para vermez, naylon sepet filan verirlerdi. Babamın içtiği rakı ve şarap şişelerini saklardı annem tezgah altında da sonra birikince gider bakkala satardı harçlık olsun diye.
babam parası yoksa şarap, varsa rakı içerdi çay bardağında. Su ve rakıyı karıştırmazdı…. az mezeyle saatlerce içerdi yudum yudum ama sarhoş olduğunu bir kez bile görmedim. Yetti deyince uykusu gelir, gider yatardı usulca.
O zamanlar odun , kömür torbalarda yok… açık satılıyordu, küfeyle… İçeri taşıması vardı bir de. Islanmasın diye üzerini örterdik arka bahçedeki kullanılmayan helada.
Herkes odun kömür alamazdı tabi. Çokları yokluktan lastik, ayakkabı, sunta filan yakardı… çöpten odun toplardı insanlar, atılmış mobilyaları kırarlardı.
Evde sıcak su yoktu, doğalgaz filan hak getire. Odun şofbeni vardı, bir arada gazlı şofben… banyodan önce yakar, öyle banyo yapardık… Su yetmezdi bazen de soğuk suyla duş alır çıkardık…
Elektrikler kesilirdi sık sık. Mumlar, gaz lambaları vardı evde hazır bekletilen… Yedek gazlar olurdu şişelerde… Mum kokulu o akşamları da çok özledim… Pilli radyoyu o karanlıkta dinlemek o kadar güzeldi ki…
Annem elde yıkardı çamaşırları. Bulaşık makinesi de yoktu. Çamaşırlar evvela klorak’a batırılır, kaynatılır, sonra yıkanırdı. Ama kar gibiydi beyazlar…
Yağmur yağdığında akardı çatı… leğenler koyardık akan yerlere… çok yağarsa ıslanırdı halılar…
Televizyon karlı gösterince çatıya çıkardı babam …. ben aşağıda televizyon başında, babam yukarıda denk gelene kadar çevirirdik anteni… ilk rüzgarda yine bozulurdu. Çanak anten yoktu o zamanlar…
Evlerin balkonlarında, pencere pervazlarında çiçekler vardı çeşit çeşit saksılara özenle yerleştirilmiş. Parayla alınmazdı ama . Ya çalınırdı komşudan dal olarak, yahut sevdiklerine dal verirdi insanlar. herkes kendisi yetiştirirdi.
Kanaryacılar, bülbülcüler vardı mahallede, evlerin bir odasını kuşlara ayıran, satan, yarıştıran… Öldüler sonra kuşlar, bir kaçı kaçtı. Güvercinciler vardı teraslarda besleyen, taklacı, paçalı…
Sanayiye çırak verilirdi çocuklar yazları, okul kapanınca meslek öğrensinler, hem üç kuruş kazansınlar diye…
Şans, talih, kader, kısmet kartonuyla dolaşırdık arka sokakları… hediyeler vardı kendi çapında… Darı satardık, gevrek satardık sabahları, akşamları… çıtır çıtır..
Annem o zaman da çok alamazdı anca 250 gram kıyma… Kaç çeşit yemek yapardı o azıcık şeyle… Eti zor görüğrdük, bayramdan bayrama adeta…
Tarhana, turşu, salça, erişte, zeytin, yaprak yapardı kadınlar. Hem eğlenirler, hem azık yaparlardı sonra… gizli bir yarış vardı belki aralarında kim daha güzel yapacak diye. Bazıları pazardan alır, ben yaptım diye yutturmaya çalışırdı…
ben dershaneye gitmedim. dershaneler o zaman geri kalmış çocuklar okula yetişsin, notları yükselsin içindi. Çok nadir yatılı okul sınavlarına filan gidecekler giderdi belki… şimdiki gibi moda değildi. Ben sadece bir kez kurs aldım, onun da neden olduğunu hala anlamam. devlet parasız yatılı okul sınavları vardı ilkokuldan sonra… Notu en yüksek ben vardım bir de Figen. Kursa gittik ama öğretmen beşinci sınıfın ikinci yarısında gelmişti, asıl öğretmenim emekli olunca ve para istedi saat başı. Param yoktu, paramız yoktu. Babam, ayakkabıcıydı ya, dedik sana terlik yapalım güzel, deri, topuklu, para yerine…. tamam dedi. Bir şey öğrenmedim, öğretemedi de ve sınavı umursamadığım için de kazanamadım.
Ortaokuldan sonra üç sınava girdim.. neden diyorum, hatanın bende olmadığı anlaşılsın diye. Üçünü de kazandım ve hatta birisinde İzmir birincisi, Türkiye altıncısı oldum. Önümdeki beş kişi de gelmeyince Türkiye birincisi kaldım… ama ben de gittim çünkü İstanbul’da başka bir okulu kazanmıştım…
Vega 3000 radyomuz vardı salonda… sonra Vestel marka kaset çalar aldı babam. Pilliydi radyo. Elektrikler kesikken bile dinleyebiliyorduk. Kaset çalar ise güzeldi, sesi çıkıyordu, ses kaseti yapabiliyordum kayıt ederek…
Sonraları bir kız vardı, ablasına yaranmak için yabancı bir kaseti İngilizceden Türkçeye çevirmiştim tamamen…. unutmam.
babam bazen yatakta da sigara içerdi. Hatta uyuklardı da yorganı yakardı. Annem çok kızardı ama nafile.. Bir akşam duman içinde uyandık. Yorgan gitti ama neyse ki ev yanmadı.
Annem sakindi, şikayet ederdi ama kaderine razıydı… babamın üçüncü eşi olduğundan, geç evlendiğinden, çocukları var diye filan bir de aldığı, gördüğü terbiye gereği ses edemezdi…
Beş vakit namaz kılardı annem Allah kabul etsin, mekanını cennet eylesin… zamanını da kaçırmazdı. Başına tülbent örtmeden kılmazdı evde bile…
mevlitler olurdu mahallede… tülbent, tesbih dağıtırlardı. Hacca giden pek olmazdı fakirlikten ama gidenler hediye getirirdi oralardan eşarp filan. Kadınlar kutsal emanetler gibi saklardı bunları… Arapça yazılı bir şeyler de getirirlerdi ve kimse merak etmezdi üzerinde ne yazıyor diye. Buna rağmen kutsal muamelesi yaparlardı.
Okulda eğitsel kollar vardı, bahçe, Kızılay, çevre vs… mecburen dahil ederlerdi herkesi… Sınıf başkanları vardı mesela havalı…. en çalışkanı olurdu genelde başkan…
Kedileri, köpekleri severdik ama bazıları zevk alırdı hayvanlara eziyet etmekten, kuyruklarını eksenler bile vardı daha o zamanlarda…
Hiç unutmam ben daha çok küçükken tekir bir kedimiz vardı… İki üç ev yukarıdaki kiracı polis, bahçesindeki tavşanı yedi diye sokak ortasında silahıyla vurup öldürmüştü… hem de oynayan çocukların arasında, nasıl kızdıysa…. sonra mahalle baskısına dayanamadı ve taşındı. Çünkü kedi öldüren yedi cami yapsa kurtulamaz inancı hakimdi o zamanlar. Ben hala da aynısını düşünüyorum… İki ay sonra evinde tüp patladı ve öldü…
Üç tekerlekli bisiklet almıştı babam daha çok küçükken. O da heves etmişti erkek çocuğu için… ama zalim ağabeyler vardı mahallede, hain, arsız, namussuz…. yok yere kırdılar bisikletimi, belalıydılar… Ne ben, ne babam bir şey yapamadık… Daha üç günlüktü oysa bisiklet… Ama ne oldu? Ne o zalim, ne sülalesi iflah olmadı yıllar boyu, süründüler durdular…
Bir yengem vardı, bunu da diyerek kapatacağım bu yazıyı, Almanya’dan dönmüştü. Mobilyaları bile Alamanya’dan gelmişti. Evi satın almış, boyatmışlardı… Bir gün annemle birlikte bir saatten fazla yürüyerek oturmaya gitmiştik…. Çok acıdır bu anım… üstüm sokak kıyafeti diye, çok kirli olmadığı halde, beni oturtmadı yengem koltuklara, balkondaki sandalyeyi gösterdi bana o sıcakta… SOnra ne oldu? Dayım iyiydi ama vefat etti erkenden… oğlu evlendi ama hayırsızdı, sattı evleri, içkiden eşyalar bile satıldı, işleri batırdı, gelinin evine sığındı yengem dul başına… sonra kız oğlunu boşadı… fakirhaneye bile gidemedi de o bodrum katında, rutubet içinde, fareler arasında öldü gitti….
Çocukluk günlerimin ayak izleri yazmakla bitmiyor…. yazı uzun oldu farkındayım. Bu nedenle burada kesiyorum…