Çocukluk günlerimin ayak izleri – 3
Eskiden anneler yoğurt yapardı evde kendileri, nadiren bakkaldan alınırdı. Bakkallarda da tepsiyleydi yoğurtlar, kilo ile satılırdı. Anneler yufka açardı börek yapmak için. Yufka satın almazlardı. Bol kıymalıydı börekler, nar gibi kızarmış.
Kısa pantolonlarımız vardı, turuncu tişörtlerimiz Mickey Mouse kabartmalı…
Cam kırardık bazen oynarken de kaçardık. Teyzeler süpürgeyle koşardı peşimizden… sonra akşam baba gelince, şikayete gelirlerdi eve.
Arabaların arka camlarına yazardık tozluysa “Beni Yıka” diye…
Bayramlarda tüm evlerin camları, balkonları Türk Bayraklarıyla dolardı, kırmızı kırmızı…
Kimse kimsenin mezhebini, memleketini, inancını sormaz, sorgulamazdı.
Cumaları adamalr, hafta içi ezan vakti dedeler camiye giderdi… Elde tespihlerle… Dedelerin başında dantel işlemeli şapkalar olurdu. Adı dedeydi onların, bilge kişilerdi, yaşına, sözüne itibar edilirdi..
Kahvelerde tavla ve okey oynanırdı bol bol. Hoşkin, pişti kızdırmacasına… Bezik vardı ara ara. Gazozuna, çayına oynanırdı oyunlar…
Kumar oynanan yerlerde vardı ama azdı… Üç kağıtçılar vardı, üç bardak numarasıyla, el maharetiyle milleti soyan…
Vapurlarda tıraş makinesi satan, yanında çengelli iğne, yanında plastik tabak, yanında ayna, yanında ayakkabı boyası promosyon veren… Hiç anlamazdım neden ve nasıl bu kadar hediye veriyorlar diye… Ama üç kağıtçı olduklarını anlardım…
Harçlıklarımız olurdu ara ara. Öyle her gün değil. Babamızın işi yolunda gidecek, parası olacak da öyle… Gerçi çok harcamazdık…
Kurbağalı dereler, kaynak suları vardı okul yolunda… Yavru kurbağalardan toplar, şişeyle okula getirir, kızları korkuturduk… Kızlara hava atacağız diye neler yapmazdık neler!
Okullardan öğrencileri ucuza götürüp getiren belediye otobüsleri olurdu bazen…. hayatımda bir kere bindim ona. Sıkış tepiş olurdu…
Taksiler bu kadar pahalı değildi ama yine de iyi bir para ödemeniz gerekiyordu.
Arabamız olmadı bizim… babam ayakkabıcıydı, sonra eskicilik yapmaya başladı yaşlanınca ve sonra onu da yapamadı…. bu yüzden araba hayali uzaktı bana bir hayli.
Alamancıların arabalarını severdim… hayal ederdim o geldikleri yolu, memleketleri…
Pikniğe demeyeyim de çay ve börek yemeğe giderdik çok nadir deniz kıyısına yahut ormanlık yerlere, mesirelere.
Denize giderken mayomuz yoktu, beyaz donla girerdik suya. SOnra havlu içinde don değiştirir dönerdik eve. Öyle güneş yağı da yoktu. Biraz yoğurt sürerdik yanmış derimize… Kızarsın diye kola döker, öyle güneşlenirdik ki rengimiz koyulaşsın… Göğsümüze sevdiğimiz kızın baş harflerini yapardık yara bantlarıyla da öyle güneşlenirdik, sonra bantı çıkartır, öyle dolaşırdık oynarken… kız görsün diye yaptığımızı.
Sopaların ucuna naylonlar takar, ateşte eritir, gece karanlığında çevirirdik güzel görünüyor diye, cesaret işi diye. Bir keresinde eriyik bir naylon koptu Ayhan’ın sopasından ve uçarak yapıştı sol elimin üstüne de o izi hala saklıyorum, geçmedi. Ayhan mı? O şimdi Fransa’da, iltica etmişti yıllar önce. Hasan? Bir ay önce vefat etti. Fuat ağabey, öldü.
Hafız amca öldü, Mustafa amca öldü, Emine teyze öldü…çoğu öldü.
Cevahir teyze vardı mesela, Fehmi amcayla camda oturur, akşama dek çekirdek yerlerdi. Tavukları vardı besledikleri. Bir gün babam git tavuk al dedi. Tembihledi; dişi yoksa alma, kandırmasın seni. Gittim. Tabi dişi olan tavuk yok ki! lamdım. Eve döndüm. Gülüştüler. Sonra yine gittim de aldım. Çocuktum. O zaman öğrendim tavukların dişinin olmadığını…
Para kaybettim kim bilir kaç kez, köpek kovalıyor diye döktüm bakkaldan aldığım yoğurtları, kaç kere düştüm kafam yarıldı, kaç kez ayağıma çivi battı, kaç kez araba altında ezilmekten kurtuldum son anda…
Abdullah dayımı çok severdim… 59 yaşında rahmetli oldu. Karşıyaka’da oturuyordu, Kenan dayımın evinde. Çok severdim.. sohbetini, kahkahasını, kızlarını, Müğbe yengemi de.
Mahallede ek gelir olsun diye gramafon kağıdı katlardı kadınlar, kızlar okul yoksa… yemek pişmişse.
Yemeğin pişmesi önemliydi… Ocakta yemeğim var diye kaçardı kadınlar hoşlanmamışlarsa sohbetten, misafir gelecek derlerdi veya…
Anneler , babalar kavga ederdi bazen… biz çocuklar oynamaya devam ederdik çocuklarıyla… İki gün sonra barışırlar, bu kez kanka olurlardı adeta. Neden kavga ettiklerini de unuturlardı.
Komşunun bahçesine zarar vermesin diye uzayan dallar kesilirdi…
Müzik açılmazdı bir hafta mahallede cenaze varsa… parasız olan varsa mahalleli arasında kıt kanaat yardım toplardı… Askere giden gençlere mesela bahşişler toplanırdı.
Ya gaz ya para diye çocuklar dolaşırdı hıderellezlerde… Sokak ortasında ateş yakılır, üzerinden atlanırdı dilek tutularak…
Düğün, sünnet varsa komşular yardıma giderdi imece usulü…. Hediyeler de rastgele değil, noksan tamamlamaca cinsinden olurdu çoklukla… Battaniye, yorgan vs… bazen tencere.
Çekirdek, çay sokak sohbetlerinin kralıydı…. bazen de mandalin.
Yılbaşı gecelerinin favorisi mandalin, muz ve tavuktu…. Hemen herkesin evinde o gece tavuk olurdu kızarmış… Öyle Noel ağacı süslemek filan yoktu, gavur icadı diye.
Bazen yangın olurdu mahallede… itfaiye yavaş gelirdi, suyu az olurdu ama mahalleli, pijamalarla, terlikle, elde kovalarla hücum ederdi yangına umutsuzca…
Bazı yaşlı teyzeler, nineler ölürdü gün ortası, koşturmacalar olurdu, sessiz ağlamalar, anlardık. Biz de gülmez, gürültü yapmaz, uzaklaşırdık oradan. Helva dağıtırlarken anlardık birinin vefat ettiğini..
Yeni evli çiftler taşınırdı mahalleye… çocukları yok, eşyaları noksan, genç ve güzeller… çocuklar merakla doluşurdu bahçelerine, eve karşıdan bakarlardı eşyalar kamyonla geldiğinde…
Bayram günleri bazı evler şeker verirken, bazıları demir para verirdi… Çeteler gibi saldırırdık para veren evlere. Bir defasında merdivende ayağım kayıp, kaşımı yarmıştım para veren eve önce gideceğim diye.
Kurban bayramlarında yoksul ailelere gizlice verilirdi etler, paylar, kimse hava atmazdı kestim diye… zaten mahallede ancak üç beş kişi kesebilirdi… sokakta araba da bir veya iki tane olurdu.
Dudu teyze vardı mesela bakkalımız… Toto vardı, Kars’tan İzmir’e göç edip karşımızdaki evi kiralayan Kerim amcanın kızı…
Aşklarımız vardı çocukça… seni seviyorum notları okul çantalarının içine atılan, aşk mektuplarımız vardı… bisikletin arkasına bindimi mahallenin güzel kızı havamızdan geçilmezdi aralarda dolaşırken…
Uçurtmalarımız vardı, renkliydi, çoğunu kendimiz yapardık hamurdan. Kim daha yükseğe çıkacak diye yarışırdık. Jilet takardık kuyruklarına da , çocukluk işte, diğer uçurtmaların iplerini kestirirdik havada…
Çelik çomak oynardık…. meşe oynardık… tel arabalarımız vardı… üç tekerlekli bisikletlerimiz , sonra Pinokyo bisikletimiz, sonra Kaptan marka, sonra BİSAN çift kadro… tel frenlisinden, koyu mavi.
Belediye adamları su saatlerini okumaya gelirdi…. elektrik saatlerini okurdu TEK çalışanları… parka para yatırmaya giderdik annemle. Su parası oraya yatardı. Yeniyol’a TEK’e giderdik elektrik parası yatırmaya. Postane bir taneydi… mektup, havale oradandı.
Bankayla işimiz yoktu, paramız da yoktu, hesabımız da… Hastane Hatay’daydı.
Konak sahile giderdik bazen dolaşmaya….O zaman saat kulesinin oralar otobüs durakalrıydı, dardı, sıkış tepişti… Kemeraltı hemen hemen tek alışveriş mekanıydı.
Gelinler, sünnet çocukları, yeni evliler alışverişi oradan yapardı. Kumaşlar, tencereler, takılar, saatler, davetiyeler sadece oradaydı…
o günler güzeldi. Diyorum ya … Çocukluk günlerimin ayak izleri her yerde duruyor. Gün boyu.