Çocukluk günlerimin ayak izleri – 1
Herkesin çocukluğu farklıdır. Kimi gecekondularda, kimi cam balkonlu, geniş sütunlu evlerde. Başka şehirler, köyler, tarlalar, sokaklarda geçmiştir çocukluğumuz. Okullarımız, oyun alanlarımız, bakkallarımız bile çeşit çeşit sakız, şeker aldığımız…
Şimdi aradan bunca yıl geçtikten sonra düşünüyorum da çocukluk gerçekten güzelmiş. Acılarına, yokluklarına rağmen… kanayan dizlerime, kırılan oyuncaklarıma, oyunda yutulmalarıma rağmen… siyah beyaz televizyonlara, tel arabalarına, yırtık, boyasız pabuçlarına kadar…
Hani çivi saplamaca oynardık çamura, yakar top, saklambaç, bisiklet yarışları yapardık, aşağı mahallenin çocuklarıyla dövüştüğümüz bile olurdu… Okulu kırardık top oynamak için, mahalle maçları yapardık gazozuna…
İlk aşklarımız olurdu ilkokul beşte… saç tıraşlarımız, pantolon paçalarımız bile farklıydı şimdikinden… favorilerimiz uzun, paçalarımız ispanyoldu.
Bakkallar vardı her sokakta… market ne arasın o zamanlar. Veresiye defterleri vardı…
Teyzeler vardı kapı önlerini süpüren sabah akşam…
Annelerimiz vardı cennet kokulu…. babalarımız vardı eve gelmesini dört gözle beklediğimiz akşamları…
kardeşlerimiz vardı sıkça kavga ettiğimiz ama onlarsız yapamadığımız…
Okul defterlerimizin kapları vardı, etiketleri, mavi , kırmızı… beyaz, kolalı yakalı siyah önlüklerimiz….tebeşir kokan.
Bahçelerimizde meyve ağaçları vardı meyveleri sarkan yola. Gelen geçen göz hakkı diye kopartırdı…
Yeni bisiklet alınca çocuklardan biri hemen çember yapardık etrafında merakla… Kaç vites? diye sorardık. Direksiyon yanından püsküller sarkar, sele arkasında kedi gözleri parlardı… kornaları çok havalıydı.
Ben balonla çok oynamadım ama severdim… fakirdik öyle tatil nedir bilmezdim… denize bile bir iki kez ancak gitmişimdir günü birliğine… çoğu yere uzak da olsa yürüyerek giderdik annemle… misafirliğe… eli boş gitmezdik ama alabildiğimiz yarım kilo şeftaliydi en fazla.
Babam evde sigara içerdi… sigarasının dumanı eve sinerdi. İlginç ama o kokuyu özlüyorum ben…
Annemin fırında yaptığı böreklerin kokusu hala burnumda… bazen de mahalledeki fırına göndertirdi büyük tepsiyle beni fırına sığmadığı için…
Öyle ortopedik yatak filan yoktu… divanlar vardı altı karpuz dolu… Evlerin arka bahçelerinde herkes domates, biber, salatalık filan yetiştirirdi… Balkonlarda da rengarenk saksılar vardı… birbirinden güzel…
Yabancı girdi mi mahalleye tüm gözler dikkat kesilirdi merakla ve dikkatle. Mahalle ruhu ve kardeşliği vardı…. o zamanlar.
Seyyar satıcılar vardı mesela eşeklerle gelip, iki yandaki küfesindeki Bornova patlıcanını, Buca üzümünü satmaya çalışan… Bir yaşlı bahçıvan vardı şimdi adını bile unuttum… eşeğine binerdim sokağın en başında, beklerdim geleceği saati. Sokağın sonuna kadar eşekle gider, bir yandan da bağırırdım; “Bahçıvan”
Ders çalışmazdım pek ama dinlerdim öğretmeni sınıfta…. Ödevlerimi okul saati başlamadan evvel yapardım aceleyle… Notlarım güzeldi, öğretmenim Bekir Uysal’dı Allah gani gani rahmet eylesin… Baba kadar şefkatli, ansiklopedi gibi alim, insan oğlu insandı.
Okulumu yıktılar sonraları deprem dayanımı nedeniyle . Şimdi başka bir şey yapıyorlar. Okul yapıyoruz diyorlar ama öyle kalın kolon ve kirişler koyuyorlar ki yalan söyledikleri belli. Muhtemel bir müteahhite site olacak orası malesef…
O okulun bahçesine fidanlar dikmiştik…. eli kemiksiz amcalar gösteriye gelirdi, Kızılay aşı yapmaya gelirdi, Türk Hava Kurumu bağış zarfları vardı sarı renkli… Okul kantininde simit bile satmıştım beşinci sınıfta bir ay süreyle…
Okulun kapısının önünde toz leblebi satan, pembe jöle satan amcalar olurdu… İçlerine 25 kuruş koyarlardı mahsus… Pamuk şekerler olurdu, gevrekçiler olurdu…
Turu 25 kuruşa ata binerdik nadir de olsa… Yarış bisikleti alan oldu mu mahalleden kızlar hemen yanaşırdı oğlana…
Almanya’dan gelenler olurdu mahalleye…. sarı Mercedesleriyle… çikolata, sigara getirirlerdi. Hiç görmediğimiz oyuncaklar, takım elbiseler, puantiyeli değişik gömlekler… Almanya diyemezlerdi…. Alamanya. Huyları olmadığı halde Hans’lar gibi şapkayla dolaşırdı babaları. Bir ay kalır dönerlerdi. Dönerken tarhana, bulgur, kuru biber götürürlerdi Alamanya’ya.
Mahallede bir yaşlı dede olurdu sokak başında taşa oturan… Tüm mahallenin en yaşlısı o olurdu. Diğer dedeler bile ayağına gelirdi sohbet etmek için… O ölünce….. diğer en yaşlı dedenin evi önünde toplanırdı yaşlılar…
Kadınlar çay yapar, çekirdek çıtlardı sokaklarda… Çocuklara bağırırlardı; gidin başka yerde oynayın, kafamız şişti!
Aslında kafaları dedikodudan şişerdi de biz duymayalım diye konuşmalarını bizi uzaklaştırırlardı. Ne dedikodular vardı ama… kimin kocası içiyormuş, kimin kocası karısını dövüyormuş, kim ne buzdolabı almış filan….. kaynanalar yine çekiştirilirdi ama hemen her evde bir yaşlı vardı anne veya baba. Fakirhanelere göndermedi insanlar kendilerine yediremedikleri için. Babasına bakamadı demesinler diye…
Kediler vardı sokaklarda, köpekler… Şimdi hatırlıyorum o zaman kediler ve köpekler bile kavga etmezdi. Fareler olurdu bodrumlardan çıkan bazen mahallenin kedileri öldürene dek oynarlardı o fareyle. Evde kapanla fare yakalayan kadınlar kedileri sokağa toplar, aralarına girer, fare kapanının ağzını açarlardı. Zavallı fare kurtuldum diye dışarı fırladığında onlarca kedi ile baş başa kalırdı… acı bir ölümdü onunkisi.
Köpekler vardı, kısırlaştırılmamış, doğal. Ara sıra sararlardı, özellikle de yabancıları. Ezan vakti ulurlardı. Kediler ve köpekler yazımda daha geniş anlattı ama insanlar kedileri öldürmekten korkardı cennetlikler diye, köpekleri ise şeytan diye bahçeden eve sokmazlardı…
Mahallelerin hafif meşrepleri olurdu, içkici babaları, zamparaları, ütüsüz pantolon giymeyenleri…
Yaramazlıklarımız vardı, cam kırmalarımız, kirece düşmelerimiz, elimizi yakmalarımız, ayağımıza batan çiviler, denize düşmeyen yoktur bir kaç kez… kafası yarılan, dizi kanayan, parmağı ezilen… köpek ısıranımız bile vardı… kolonya sürerdik pamukla… hepsi o. Oynamaya devam ederdik sokakta hava kararana dek…
Çocukluk günlerimin ayak izleri bence her saatimde benimle. Ben buysam o günler yüzünden, ben nasıl yapıyorsam orada öyle gördüğüm için, ben nasıl konuşuyorsam o okulda öğrendiğim için…
Güzeldi o günler… kuru yaprak gibi sarardılar… bundan otuz yıl sonra belki bizler bile olmayacağız… O geldi aklıma. Bu arada o resimdeki çocuk ben değilim.
Şimdilik burada bırakacağım. Sonra devam ederim… duygulandım.
Allah ölmüş anne ve babalarımıza, öğretmenlerimize, komşularımıza, dostlarımıza rahmet ve merhamet eylesin. Amin.