Çift kutuplu dünya
Gece ve gündüz zamanın en değişmezleri. Sıcak ve soğuk, aydınlık ve karanlık, ıslak ve kuru, alt ve üst, sağ ve sol…. iyi ve kötü. Her şey zıddıyla mevcut yaşamda. Denge bu şekilde kurulmuş.
Biri olmadan diğeri olamaz. Ekmek ve katık gibi, sabah ve akşam gibi.
Değişmeyen bu gerçeğe uymak, taraf tutmak, bir tarafı seçmek bizim elimizde. Ya gece olup can yakacak, üşütecek, saklanacak, sinsi tuzaklar kuracağız. Ya şeffaf olup, güneş gibi ısıtacak, güven verecek ve umut olacağız etrafımıza.
Kendimizi hep iyi kabul ediyoruz ufak kusurlarımız olsa da. Güzel. Peki bunca kötülüğü kim yapıyor o zaman?
Kötülerin geceler gibi kısa, kışlar gibi geçici olduğunu ben biliyorum. Her çıkışın mutlaka bir inişi, her gecenin bir sabahı var. Sabredince, dik durunca, teslim olmayınca tüm acılar geçer bunu da biliyorum. Çoğumuz da zaten dişlerimizi sıkıp beklemekle meşgulüz bu hayatta. Daha güzel günler için umutlarımız hiç bitmiyor. Bitmesin de zaten.
Kötülerin sayıca çok az olduğunu da biliyorum niteliksel olarak. Teraziyi aşağı çekemezler tek başlarına ama çekiyorlar. Kim yüzünden? Sessiz çoğunluk yani hayalet insanlar yüzünden. Bir de korkaklar ve Truva atlarına kananlar yüzünden. Teraziyi asıl bu iki grup bozuyor.
İnanın şeytanın ağırlığı bile yok. Nasıl desem? Elleri yok, size dokunamaz, söz edemez, itemez sizi risklere…. süslü gösterir, korkutur. Zorlayamaz, mecbur bırakamaz, cezalandıramaz. Bizi ona asker yapan korkularımız, endişelerimiz, vesveselerimiz.
Bu korkular işte hayatın gece yüzü. Issız çöller gibi, koyu karanlıklar gibi ürkütüyor ve şeytanların sözde kollarına atılıyoruz endişeyle. Ölmemek, fakirleşmemek, yükselmek için, kazanmak için. Teraziyi aksi yönde aşağı indiren bizleriz ağırlıklarımızla.
Soğuklar geçer, üç – beş ay topu topu. Lakin sabredemiyoruz. Hep sıcak olalım istediğimiz için ona sığınıyor, ateşiyle ısınmaya çalışıyoruz. Oysa o ateş yakıcı, o ateş geri dönülmez yanıklar açar.
Sonbahara ilenip hep bahar olsun istiyoruz ya… gerçekten hep bahar olsaydı baharın tadı çıkar mıydı? Gece olmasa gündüz çalışabilir miydik? Çirkin olmasa, güzelin anlamı kalır mıydı?
Yaşam sonrasında da bu ahenk devam edecek. Güzeller bir yana, çirkinler bir yana (mecazen). Orada da denge var.
Nispi ağırlıklar farklı elbette. Mesela üç iyi insanın şefkatli dokunuşu, bin kötünün verdiği eleme eş değer. Terazi bunca kötüye rağmen hala yokluğun dibine vurmuyorsa bu yüzden.
Bir bilek güreşi var aslında hayatta sürekli devam eden. Güç yetirme savaşı. Bir yanda iyilik ve diğer yanda kötülük. yenişemiyorlar. Lakin barış ve huzur dolu dünya günleri çok kısa. Gerisi hep kan ve göz yaşı. Yani iyiliğin eli yere değmek üzere. Değmeyecek ben biliyorum ama şu an iyilik zor durumda.
Güney ve Kuzey kutbu gibi ayrıyız bazılarından. Ben; bizler ve onlar diyorum kısaca. Buna dair yazıma göz atabilirsiniz.
İyiliğin, güzelin, doğrunun, gündüzün, sıcağın, doğalın kazanacağı muhakkak. Soru ve sınav bu değil. Soru ve sınav… savaşın biteceği o günde bizim hangi tarafta olacağımız!!!!
herkesin eceli kendi kıyametidir. Kıyameti belki bu nesil görmeyecek ama ne fark eder. Öldüğümüzde kıyametimiz geldi demek. O an amel defteri kapanacak, o saniye de ruhumuz ayrılacak bedenden. O ana kadar ne yaptıysak o. Ötesi yok.
Bu an ne zaman bilemeyiz. Ama kısa. O halde hep aydınlıkta, hep güzelde, hep şeffaf ve adil olanda yürümek lazım hayat yollarını gecelere kalmadan, ateşlere kanmadan, korkulara yenilemeden.
Korkulacak sadece Allah’tır.
Dürüst ve doğru ve güzel ve ahlaklı olduktan sonra, inançla, haysiyetle yaşadıktan sonra… ateşler sizi yakamaz.
bence.