Çay mı kahve mi ?
Çay asırlardır dünya sıcak içeceklerinin şampiyonu. tarihsel olarak kahveden çok daha eski ve faydaları da bir o kadar fazla.
Bazılarımız çayı tercih ederken, bazılarımız kahveden yana oy kullanıyor. Bu gayet normal. Çünkü zevk meselesi bu ve zevkler tartışmaya kapalıdır.
Ben burada taraf tutacak yahut birini överken diğerini yere batıracak değilim. Sadece bir pazar günü yazısı kaleme almak istedim.
Çayın gelişimi
Bilindiği kadarıyla çay ilk olarak milattan önce 2737 yılında, Çin’de medikal amaçlarla kullanılmaya başlanmış. Zaman ilerledikçe çayı suyla bir araya getirip bir içeceğe dönüştürmüşler. İlk içilebilir halde kullanılması tahminen milattan önce 10. yüzyıla denk geliyor. 18. yüzyılda çay eksperleri çayı Çin’den Portekiz’e gitmişler ve burada ekmeye başlamışlar. Çay endüstrisi böylece kurulmuş. İngiltere’nin Portekiz’e gitmesi ve buradan çaya dair bilgilerin yanı sıra tohumları da almasıyla çay artık Avrupa’ya da aktarılmış. Ancak 18.yüzyıla kadar çayın bir içecek olarak tüketimi yaygınlaşmamış, aksine pahalı bir içecek olarak festival ya da özel durumlarda tüketilmiş.
1785’den sonra İngiltere ve İrlanda, çayı günlük kullanıma entegre etmişler. İngiltere çayın nasıl içildiğini Hindistan’a tanıtmış ve burada büyük çay dikimleri gerçekleştirilmiş.
Yapılan araştırmalara göre Türkler’in çayla tanışıklığı aslında çok daha öncelere Orta Asya’ya dayanıyormuş. Hatta 12. yüzyıl bile diyebiliriz. Bir Kazan Kırım Türk’ü ve dil islahatçısı olan Abdül’l-Kayyum Nasıri’nin kitabı Fevakihü’l-Cülesa’da ilk çay içen Türk’ün Hoca Ahmet Yesevi olduğu vurgulanmış.
Hükmettiği topraklardan kahveyi getiren ve tüm toprakları genelinde yeni bir kültüre ön ayak olan Osmanlı’nın çayla tanışma hikayesi ise İstanbul’daki birkaç dükkanın çay ithalatı yapmasıyla başlamış. Çayın değerli ve güzel bir içecek olduğunun farkına varan Osmanlı, Sultan II. Abdulhamid döneminde Çin’den getirilen fidanları Bursa’ya ektirmiş ancak ekolojik nedenlerle bu mümkün olmamış.
Osmanlı, savaşlarla kaybettiği topraklar ve ticari anlaşmalar nedeniyle bir kültür haline gelen Türk kahvesini oldukça pahalıya ithal etmeye başlamış ve Yemen’den gelen kahveler çok pahalı bir hal almış. Mustafa Kemal Atatürk ile Türkiye topraklarında yetiştirilebilecek bir bitki olan çayın yaygınlaşması için çalışmalara başlanmış. Kahvenin pahalı yüzüne karşılık çay, daha ucuza imal edilebilen ve kolay ulaştırılabilen bir içecek olmuş, yaygınlaşmış.
20. yüzyıla kadar çayla çok haşır neşir olmayan Anadolu, 1900’lü yıllarda Karadeniz’in özellikle Rize ilinde çayda önüne geçilemez bir büyüme yaşamış. 1924 yılında Rize’de çay yetiştirilmesi konusunda bir yasa çıkarılmış. 1930’lara gelindiğinde Gürcistan’dan alınan 70 ton siyah çay tohumu ekilmiş ve Rize’nin bir çay yıldızı olması sağlanmış. Bunun sonucu olarak da dünyada en yüklü miktarda çay üretimi gerçekleştiren ilk 6 ülke arasındaki yerimizi almışız.
Kahvenin tarihi
Diğer yandan kahve yüzlerce çeşidiyle içecek listemize sonradan girmiş ama günlük hayatımıza daha çok girmiş bir tür.
Kahvenin keşfedilmesine dair iki farklı efsane vardır.
Bunlardan ilki, kahvenin 9. yüzyılda Etiyopyalı bir çobanın güttüğü keçiler tarafından keşfedilme hikayesidir. Kaldi isimli bu çoban, keçilerinin bir ağacın meyvelerini yedikten sonra daha hareketli olduklarını fark eder. Daha sonra Kaldi’nin içinde bir merak uyanır ve kendisi de bu meyvenin tadına bakmak ister. Bunun üzerine ertesi gün o da keçilerle birlikte ağacın altına gider ve keçilerin yediği yeşil yapraklı ve kırmızı kabuklu meyveyi dener. Meyveyi yedikten sonra kendisinin de tıpkı keçiler gibi çok daha enerjik ve mutlu olduğunu fark eder.
Kaldi, yaşadığı mutluluğu içinde tutamaz ve koşarak Etiyopya’nın yerel manastırındaki keşişlere yaşadığı durumu anlatır. Daha sonra keşişler de meyvenin tadına bakar fakat beğenmedikleri için ateşe atarlar. Çünkü Kaldi’nin getirdiği meyvenin tadı onlara çok acı gelmiştir. Fakat sonra bir şey olur ve meyveler ateşte kavrulurken etrafa güzel bir koku yayılır. Bu kez baş derviş kavrulan meyvelerden bir içecek yapar ve tadına bakar. Sonra sırasıyla bütün keşişler bu içeceği içer ve hepsi çok beğenir. İçtikleri içecek keşişlerin bütün gece uyumadan ayakta durmalarını sağlar, böylece gece boyunca birlikte dua ederler. İçtikleri bu içeceğin etkisinden öyle memnun kalırlar ki “kahveh” olarak adlandırdıkları kahve bitkisinin ünü yavaş yavaş tüm Etiyopya halkına yayılır. Elbette zaman içinde halk arasında ağızdan ağıza dolaşır ve sonunda tüm Arap yarımadası bu nefis içecekten haberdar olur…
Kahvenin keşfi ile ilgili anlatılan bir diğer hikaye de Kaldi’nin hikayesi ile benzer özellikler taşımaktadır. Efsaneye göre 1200’lü yıllarda Etiyopya’da yaşayan Şazeli isimli bir derviş, bilinmeyen bir sebepten dolayı bulunduğu dergahtan sürülür. Derviş, aç ve susuz bir şekilde kendisine yeni bir yurt aramaya koyulur. Fakat geçtiği yollarda ne karnını doyurabileceği bir yiyecek ne de susuzluğunu giderebileceği bir içecek bulunmaktadır. Çaresiz bir halde dolaştığı sırada karşısına kocaman, dallarında yemyeşil yaprakları ve kıpkırmızı meyveleri olan bir ağaç çıkar. Derviş karnımı doyurayım düşüncesiyle meyveleri yiyerek hayatta kalmaya çalışır.
Aradan zaman geçince dervişin arkadaşları bu ayrılığa dayanamaz ve Şazeli’yi bulmak üzere yola çıkarlar. Kısa sürede onun yanına ulaşırlar fakat derviş hastalanmış ve yollarda bitap düşmüştür. Geri dönecek zamanları olmadığından dervişin karnını doyurmak için yediği kırmızı meyveleri, yanlarında getirdikleri bir testi su ile kaynatıp Şazeli’ye içirirler. Ardından arkadaşlarının çok kısa bir süre içerisinde iyileştiğine şahit olurlar ve kendileri de şifa niyetine bu içecekten içmeye başlarlar. Bu şifalı içeceğin ünü dillerden dile dolaşır ve herkese yayılır. Böylece gencinden yaşlısına hemen herkes, şifalı etkilerinden yararlanmak için “sihirli meyve” olarak adlandırdıkları bu içeceği tüketmeye başlar.
Kahvenin keşfi ile ilgili en çok anlatılan bu iki efsanenin hangisinin doğru olduğu bilinmese de her iki hikayenin sonunda da kahvenin ünü yavaş yavaş farklı coğrafyalara yayılmaktadır.
Osmanlı Sınırlarında Kahvenin Tarihsel Gelişimi ise şöyle;
Keşfinden sonra ünü ilk olarak Arap yarımadasına ulaşan kahve, bu bölgede epey popüler hale gelmiş. Öyle ki 15. yüzyılın başlarından itibaren Yemen’de kahve yetiştirilmeye başlanmış.
Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarının genişlemesi ile birlikte Osmanlı halkı da kahveyle tanışmış. Hatta 15. yüzyılın sonlarına doğru dönemin Yemen Valisi Özdemir Paşa, kahve lezzetini Osmanlı Sarayı’na sunmuş. Böylece tarihte ilk kez Yemen’den İstanbul’a kahve ticareti de başlamış.
Zamanla kahve, sarayın en önemli içeceklerinden biri haline gelmiş; kırk kişilik kahve ustaları tarafından pişirilmeye başlanmış, hatta saray çalışanlarına bu ekibi yöneten “kahveci başı” adlı bir rütbe de eklenmiş. Öte yandan haremdeki cariyeler de incelikleriyle kahve yapımı hakkında dersler almışlar.
Kahve tüketimi Osmanlı’da yalnızca saray halkı ile sınırlı kalmamış, evlerde de pişirilmeye başlanmış. Yine aynı dönemde halkın bir araya geldiği “qahveh khaneh” olarak adlandırılan kahvehaneler de kurulmuş. İlki 1550 yılında İstanbul’da kurulan bu kahvehanelerde önce ticaret yapan insanlar sonra da yerli halk toplanarak kahve eşliğinde önemli konuları tartışmaya başlamışlar.
***
İşte çay ve kahvenin tarihi ve yurdumuza gelişi bu şekilde. Sadece hatırlatmak için yazdım bunları. Asıl söylemek istediğim ise başka.
Şimdilerde bir şey dikkatimi çekiyor; gençler çay yerine kahve içmek taraftarı. Ve her geçen gün ticari kapasitesi büyüyen kahvenin onlarca çeşidi çıkıyor. Getirisi de bir hayli fazla bu anlamda. Çayın da pek çok çeşidi ortaya çıkıyor ama kahve gibi kalıcı yer bulamıyor kendisine. Üstelik pişirme makinelerinde bile kahve daima bir adım önde.
Sağlıkçılar bence çok açık ve dürüst değiller bu konuda. Çayın bilinen faydalarından ziyade uzun müddet çalışmayı mümkün kılan, getirisi ve pazarı daha geniş kahvenin faydalarını ön plana çıkartıyorlar.
Daha da önemlisi kahve literatüründe Türk kahvesi malesef pek anılmıyor. Dikte edilen şey neskafe türü şeyler yahut filtre kahveler. Kapiçino, ekspresso gibi onlarca da yeni icat var.
bence…. klasik çay, iyi ve doğru şartlarda hazırlanırsa güne zinde başlamak için daha uygun. Üstelik içerdiği tein maddesi sanıyorum kansere karşı da gayet etkili.
Lakin kahve (Türk kahvesini hariç tutuyorum) gayet zararlı bana göre. Çünkü kaynamıyor, kaynatılmıyor, haşlanıyor sadece. Türk kahvesini ayrı tutuyorum çünkü o kaynıyor ve bana göre zararlı bir yanı da yok. Günde iki üç fincanı geçmezse elbette.
Üstelik Türk kahvesiyle gelen bir de fal kültürümüz var….. diğer kahvelerde ve hatta çayda bu kültür yok.
Muhabbetse mesele kaynakça tartışılmaz olarak Türk kahvesi.
Yani Çay mı kahve mi tartışmasının galibi bana göre Türk kahvesi.
Lakin piyasa koşulları, ticari arzlar nedeniyle tüm market rafları kahvelerle dolu ve böbrekleri kitleyen, alışkanlık yapan, pek çok bilinen ve bilinmeyen zararı olan kahveler revaçta. Üstelik bardak fiyatları arasında da uçurumlar var. Bu yüksek bedel ise ithal içeceklerle sükse satmak için harcanıyor bana göre. Tamamen yanlış bana göre. İçecekle caka olmaz.
Anlayış olarak da gençler çay değil kahve arıyor. Batı kültürü kahveyi, Doğu kültürü çayı çağrıştırıyor.
Buluşup sıcak bir şey içilecek yerlerin adı bile Cafe olmuş halde. Yani gençlik eşittir kahve edilmiş halde. Çay ise kahvehanelerle birlikte banılıyor yani kıraathanelerle. Yani yaşlılara has kılınıyor.
Evde anneler gelen misafire çay veya Türk kahvesi yaparken, kız istemeye gidildiğinde Türk kahvesi içilirken….. diğer kahveler alafranga, bu sayılanlar ise alaturka olarak kabul görüyor.
Batı taklitçiliğini de unutmamak lazım. Kahve batıya yakınlaşmak anlamı taşıyor.
Yurt içinde malesef kahve yetişmiyor ama çayımız var. Hem de ihraç dahi ediyoruz. Buna rağmen kahveye alıştırılışımız bana planlı bir şey gibi geliyor.
Zevkler tartışılmaz dedim. Doğru. Ancak çaya ve Türk kahvesine ikinci sınıf muamele yapılmasına da karşıyım şiddetle.
Bence sabahları ve akşam üstü çay içilmeli….. kıvamında, az şekerli, isteğe bağlı olarak limonla….. yeşil çay için ısrarcı değilim ama çayın tadı ve kokusu bence muhteşem. Öğlen yemekten sonra mesela Türk kahvesi gayet güzel gider. Bir komşuyla yahut eski asker arkadaşıyla sohbet ederken de. Filtre türü kahveler ise belki günde bir kez ağız tadı için içilmeli.
Lakin bu konuda tabiplerin ve beslenme uzmanlarının bazı veriler ortaya koyması şart. Bilhassa kanser vakalarına karşı neyin ne etkisi varsa, uyarıcı ikazlar yapılmalı.
Yanmış (her ne kadar kavrulmuş dense de) kahve içmenin zararları ise olağan şüpheli. Çay ise öz yurdumuzun malı, kontrollü, ucuz, lezzetli, her daim ulaşılabilir bir içecek.
bence böyle.
İnsan günde bir kez olsun o tür kahvelerden içmek istiyor. Yurt dışında zaten bizim çay ve kahvemizi bulmak neredeyse imkansız. Ama gün içinde tercihim çaydan ve Türk kahvesinden yana.
Kokusu, markası bizleri cezbetse de, değişik anlamlar ifade etse de, reklamları sıkça yapılsa da, ıhlamur, nane limon gibi çay ve Türk kahvesi bana göre tarihsel çizgisi gibi daima önde.