Bu dünyaya ne için geldik ?
Yaşam bizlere armağan edildi. Anne ve babamızı seçemedik, doğmak istediğimiz belki sorulmadı ama bu muazzam hayatı yaşamaya bir şekilde hak kazandık. Günlerce dünyayı tanımadan ve anlamadan bebeklik yaşadık, sonra oyunlarla çocukluğumuzu. Serpildik, genç olduk, değişik tatları, elektrikleri yaşadık. Sonra orta yaş ve derken yaşlılık. Hayat serüveni sürdü gitti. Çoğu güzel işler yaptık, çoğu izler bıraktık, hatalarımız olsa da sıradan bir monotonluğa teslim olsak da, bazen yanlışlar peşi sıra gelse de, acılar, sevinçlerle iç içe bir hayat yaşadık bu güne kadar.
Hayatın anlamını nadiren sorguladık. Eminim çünkü ben de öyleyim. Heyecanlarımız gibi korkularımız da geçici. Bir deprem gerçeğinde bile 30 günü geçmiyor ölümün yakınlığını hissedişimiz. Ertesi gün yeniden hiç ölmeyecek yaşantımıza geri dönüyoruz tüm umursamazlığımızla.
Şimdi soruyorum, önce kendime, sonra sizlere; bu dünyaya ne için geldik? Bu hisler, duyular, emanetler, kabiliyetler, zevkler, renkler, evren, tabiat neden verildi bizlere? Neden hakimi olduk kainatın da bir tek kendimize söz geçiremedik?
Zengin olmaya, yatlar almaya, pahalı makyaj ve kıyafetler peşinde koşmaya mı geldik? Makamlara, mevkilere konmak ve bir daha kalkmamak için mi? Zulmetmek, para biriktirmek, canlar yakmak için mi? Zamparalık, zenginlik, güç, kumar, genç kızlar, güzellik, kuvvet, menfaat?
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığımız bu hayatın, bizleri götürdüğü uçurumdur dünya malları!
Tüm evler, yatlar, arabalar, mücevherler bu tarafta kalacak biz giderken.
Bir dostum bu hayatta parasını ödeyip öbür tarafa götürebileceğin iki şey var demişti; biri dövmelerin, diğeri implantların. Şakaydı ama gerçekti. Hepsi buydu.
Peki o halde ne için geldik? İyi bir evlat olup anne ve babamıza yaşlılığında bakmak için mi? Çocuk yetiştirip vatana ve millete hayırlı kılmak için mi? Yoksa ülkenin başına bela olmak için mi?
Kader asli ve kutsi olarak gaybdır, değişmeyeceğini kabul ediyoruz inanç olarak lakin gaybın insana ait olan irade tarafı var ki bunu kendimiz belirliyoruz. Yani başımıza gelen bir trafik kazası kaderimiz olabilir ama o arabayı alkollüyken kullanıyorsak bu bizim irademizin hatası. Yani kader bir yere kadar geçerli.
O halde şansın, kaderin çok etkisi yok. Herkesin gücü, kabiliyeti, imkan ve durumu farklı, evet, ama herkes her şeyi gücü nispetinde yapabilir. Yani kıymetimizin ölçüsü kabiliyetimizle doğru orantılı. Gayretler ve niyetlerin de ödüllendirileceğine inanıyoruz. Bu doğru. Lakin iyi olmak yetmez, kötülükle mücadele de gerekli.
Toparlayalım. Bu hayata para pul peşinde koşmak için gelmedik, makamlar için de. Aksine hangimizin hangi güzel işleri yapacağını görmek, iyi işler yapmak, yarınları güzelleştirmek için geldik. Sınav olan sadece biz değiliz ve belki notumuz tüm insanlık olarak ortak verilecek. Ama açık olan bir şey var ki sınav projesi tüm insanlık için. Zamanın sonunda iyiliğin kazanması şart, kazanacak da. Kötülüğün kazanması diye bir ihtimal hiç yok, olmadı da. Mesele iyiliğin kazandığı o gün bizim nerede olacağımız ve o günleri göremesek de bugün o sonuca uygun davranıp davranmadığımız.
Şimdi hayatı bu pencereden analiz edelim ve korkunç gerçekle yüzleşelim. Hiç birimiz yarınlar için çalışmıyoruz ya da bu ulvi maksat için. Cebimize, nefsimize, menfaatimize, hislerimize uygun yaşıyor, bencillikten bir türlü kopamıyoruz. Salih ve selim yani güzel ve temiz olamıyoruz bu nedenle. Olamayınca da beşeri dünyanın sanal eğlencelerine dalıyor, araç ve amacı karıştırıyoruz.
Para, inançlar, kabiliyetler hepsi birer araç, makamlar da. Lakin biz onları nefsimize uyup amaç haline getiriyoruz ve kaybediyoruz. Sadece biz kaybetsek iyi etrafımız ve etki alanlarımız da kaybediyor. Sürtüşerek, etkileyerek etrafımızdaki benlikleri de zehirliyoruz yanılgılarımızla. Sonuçta suretler geziyor sokaklarda, insanlar değil.
İnsan olmak işte bu kutsi ve asli unsurları fark edebilmek gereği veya sonucudur. Yoksa şekli ve geçici, sanal yahut varsayım hayatlar hayal ve rüyadan öte gidemez. Dünyanın ileri gelen büyüklerine bakın, büyük yazarlara, mucitlere, hayatlarına bakın. Parasız kalmadılar ama para için yazmadılar, o dev şatolarda oturdular belki ama roman yazarken sadece bir tek odasını kullandılar o evin. Onlarca arabaları olsa da ancak bir tanesine binebildiler.
Yaşam çok daha derin bir anlama sahip. Bunun dini izahı elbette ahiret hesabı, mizanı ve sonrası. Buna inanmayanlarımız vardır. Onlar için de şöyle diyelim; sevilen ve saygı duyulan onurlu bir insan olmanın nesi yanlış? Cennetler olmasa da kötü olmanın alemi ve gereği var mı? Tabiata, evrene, topluma zarar vermenin ne tür bir izahı olabilir? Kanundan kaçsanız da vicdanınızdan nasıl kaçacaksınız?
O halde aklı kullanmak, ilerlemeye hizmet etmek, yaşamı güzelleştirmek, iyilik yaparken kötülüğe engel olmak, zulme direnmek, onurlu bir yaşam sürüp emanetlere sahip çıkmak ve verdiğimiz sözlere sadık olmak boynumuzun borcu. Bu zaten hayatın bize yüklediği görev.
Verdiğimiz söze de açıklık getirelim ki evvela Yüce Allah’a söz verdik ‘inanıp iman edeceğimize’ dair. Sonra millete söz verdik vatan için öleceğimize dair. Sonra ailemize söz verdik hayırlı evlat olacağımıza dair. Öğretmenimize, komutanımıza, büyüklerimize, patronlarımıza, komşularımıza, dostlarımıza, şehitlerimize sözler verdik doğru yoldan sapmayacağımıza dair. İşte bu sözlere sadık olmak borcundayız.
Yaşam bunun için var. İblis insandan üstün olduğunu, insanın nankör bir varlık olduğunu, ölümden ve fakirlikten korkarak, zalimce nimetlere nankörlük yapacağını iddia etmişti ilk günde. Kıyamete dek görev, süre ve ruhsat aldı bunun için. İnsan daha doğmadan tembihlendi. Sınav için gönderildiği bu dünyada Yüce Allah tek bir şey istedi insandan; kendisinden vazgeçmemek ve şeytanlara kanmamak. Verilen hayat bunun içindi. Dünya süsleri aldatmacadan ibaretti. Ama insan meleklerin tarif ettiği gibi cahil, nankör, aceleci ve zalimdi. Yalan mı?
O halde doğrudan, temizden, güzelden vazgeçmeden, karanlık ve pisliğe bulaşmadan yaşamak bu hayatın gayesi. Bu aynı zamanda Yüce Allah’ın muradı. Çalışmak, ter dökmek, kazanmak yanlış değil, yanlış olan paylaşmamak, biriktirmek, saklamak, kötülük üretmek, haset ve fesat etmek. Yalan, tuzak, hile, kayırma, kutuplaştırma, adaleti yaralama…. yanlış.
Onlarca tekneniz, yüzlerce arabanız, binlerce eviniz olsa ne yazar. Sahip olacağınız tek şey iki metrekare toprak parçası.
Gelin yol yakınken hayatın gerçek anlamını tercüme edin. Çünkü Bu dünyaya ne için geldik ? sorusu hayatınızın en mühim sorularının başında geliyor.
Benden demesi.