Aşağı ve yukarı göreceli kavramlardır
Aşağı tabiri; bulunulan yer veya seviyeden daha alt mertebeyi, rakımı, seviyeyi, düşkünlüğü ifade eder. Yukarı tabiri ise bunun tam aksi olarak; bulunulan yer veya seviyeden üst, yüksek, zengin, rakım olarak fazla gibi anlamlara gelir.
Aşağı ve yukarı kişinin olduğu yerle alakalıdır. En yüksekte bulunan biri için diğer tüm seviyeler aşağı anlamına gelir. En aşağıda olan biri içinse tüm diğer yükseklikler yukarıdadır. Bu sebeple aşağı ve yukarı kişiye ve duruma göre değişir.
İnsan bazen tırmanır hayat basamaklarını da yukarılara çıkar. Onun için geçmişi, daha önce çalıştığı işler, o düşük maaş seviyesinde çalışanlar aşağıdır… Ama gözü daha yukarıdadır … O yukarıdakilere göre de kendisi her zaman aşağıda kalacaktır.
Bence… kişinin çocukluk ve gençlikte bulunduğu, işe başladığı, evlenmeden önceki hali sabit olmak kaydıyla, gelecekte ulaşacağı yerler, mevkiler, yükseklikler, ilişkilerin ciddiliği, maaş artışları aşağı düşüşünün veya yukarı tırmanışının göstergesidir. Tabi bunu derken sadece maaşı, takım elbiseleri, pahalı ev ve arabaları kıstas almak yanıltıcı olur. Karakter, disiplin, ahlak, inanç, değerlere bağlılık gibi daha pek çok etken de kişinin aşağı veya yukarı gidişine delil teşkil eder.
Malesef toplum maaş artışlarını, pahalı evleri esas almaktadır yükselenleri tarif ederken. O paranın nasıl kazanıldığıyla asla ilgilenmez. Bu para için her şeyi yapabilecek daha nicelerinin ortaya çıkmasına sebep olur.
Mesela namusuyla çalışıp terfi alamayan, hak ettiği halde maaşı yükseltilmeyenler toplumun umurunda değildir.
Bu da ne kadar şekilci, yüzeysel ve paracı olduğumuzu gösteriyor.
Faziletten yoksun olunsa da yükselenler, orasını burasını açarak ses sanatçısı diye havuzlu villalara taşınanlar, birilerinin metresi olarak ekranlarda boy gösterenler yükselenlerdir topluma göre. Ne acı?
Yukarı veya aşağı yani başka bir tarifle hayır ve şer mutlak değildir oysa. Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır. Ya o yukarı çıkışlar aslında düşüşümüzse? O düşüşlerimiz bizi yukarıya taşıyacaksa yarın?
Dibe vurmadan yukarı çıkmak zordur. En dibe ise aşağı inerek ulaşılır…
Bence… stres ve depresyonla dibe vuruyorsak zaman zaman bu iyileşmemize az kaldı demek… kibirle yükseliyorsak başkalarının nazarında bu düşeceğimizin emaresidir.
Yani olanlar olacakların emaresidir.
Üstelik o an için bulunulan yerin garantisi de yoktur, önemi de. Yarın daha fazla çalışarak, daha özen göstererek yükselmek yahut tembellikle, vurdumduymazlıkla düşmek olasıdır.
Düşmeyenler, tepede sabit tutulanlar birilerince kayrılanlardır.
Yukarıdakilerin düşmesi daha sert olur aşağıdakilere göre. Alttakilerin bacağı kırılırsa, yukarıdakiler düşünce onlarca kemik kırığıyla karşılaşır.
hak edilmeyen yüksekliklere çıkanlar orada tutunamazlar uzun süre ve mutlaka düşerler…
Yukarıdakiler, aşağıdakiler düşerken kolunu uzatıp tutmalıdır ama tutmazlar. Aksine ellerine basarlar ki tutunamasınlar. Dünyanın tabiatı bu, insan çip süt emmiş…
Bir tek dostlar tutar ellerimizi düşerken, düşsek de çıkarmak için yukarıya ip uzatırlar yeterince uzun olan.
Diğerleri bilakis düşmemizden memnundur, kendilerine o katta yer açıldı diye.
Platform filmini izlemediyseniz izlemenizi öneririm. Muazzam bir film. Yukarıdan herkese yetecek kadar yemek konur platforma… tam 103 kata yetecek kadar. Ama ip aşağı salındıkça üst kattakiler haddinden fazla yediği için alttakilere yemek kalmaz, kırıntısı bile. Hatta üsttekiler tükürür yemeğin içine alttakilere hırsından…
Düşmek, düşülen yerde hep kalmak demek değildir. Ayağa kalkmak, yeniden başlamak ve yukarı doğru yükselmek her zaman mümkündür. Seçim kaybeden siyasetçi gibi, yumruk yiyen boksör gibi.
Yumruk yemeyen var mı etrafınızda? Siz hiç nakavt olmadınız mı? Düşmediniz mi hayal kırıklıklarına defalarca?
Bu nedenle… nerede olduğunuzdan ziyade olmak istediğiniz yer önemli ve çabalarınız… hayal ettikçe, doğru hedef seçtikçe, çalıştıkça, hak ettikçe oraya yükseleceksiniz. Hemen olmayacak ama zamanla olacak. Biraz sabırla…
Yukarıdakiler de iyi tutunsunlar… orası daha çok rüzgar alır. Eğer hak edilmemişse, torpille gelinmişse, zorla ele geçirilmişse… o yerde uzun süre kalınamaz. Kalınsa da düşmek kanlı ve can yakıcı olur.
İnsan ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Bulunulan yer bugün içindir. Zaman ne gösterir onu bilmekse mümkün değildir. Önemli olan hak etmek, ehil ve layık olmaktır ki emekle, çalışmakla, doğrulukla kat edilen mesafe az bile olsa emindir, kalıcıdır. Kaplumbağa ve tavşan masalını düşünün… tavşanlar geçilmeye mahkumdur. Çünkü şımarmış, ukalalaşmış, alışmışlardır kolay lokmalara… emeğin ve hakkın gücü ise yenilmezdir.
Üstelik…. en tepeye çıkmak değildir gaye…. manzaranız güzel olduktan sonra hayat merdiveninin tüm basamakları keyifle çay içmek için (!) uygundur…
Dert etmeye gerek yok… çünkü asıl dert hak edilmeyen yerde zorla oturmaktır.
Bence. Aşağı ve yukarı göreceli kavramlardır bu nedenlerle… üzülmeye, strese hiç gerek yok.
Ağaçlar, bitkiler hep yukarı doğru uzar ama o Yaratan’a ulaşmak içindir. Buna rağmen narin bedenler bir süre sonra aşağı sarkar… en üst dallar bile. O halde kimin aşağıda, kimin yukarıda olduğunu sadece Allah bilir.
Yani ya yukarısı aşağı, aşağısı yukarıysa?