Artan kanser vakaları
Bazı kaynaklarda şöyle izahlar görüyoruz; ….. araştırmaya göre dünya genelinde 50 yaşın altındakilerde görülen kanser vakalarının sayısı “son 30 yılda keskin bir yükseliş gösterdi”.
Buraya kadar güzel ama noksan; sadece 50 yaş altı mı risk altında? Okumaya devam edelim;
Kanser araştırmalarına yer veren bilimsel yayın BMJ Oncology’de yayımlanan çalışmaya göre 2019 yılında 50 yaşın altındakilerde görülen kanser vakası sayısı 3,26 milyona fırladı. Bu, 1990 yılına göre vakalarda yüzde 79 artış yaşandığı anlamına geliyor.
Güzel!
Uzmanlar aşırı kilo, kırmızı et ve tuz tüketimindeki yükseliş, alkol ve sigara kullanımı ve hareketsizlik gibi yaşam biçimiyle ilgili faktörlerin 14-49 yaş arasında kanser vakalarının yükselmesine neden olabileceğini düşünüyor. Buna ek olarak kalıtsal faktörlerin de etkili olabileceğini ileri sürüyor.
İşte burası yanlış! Hem de kocaman bir yanlış.
Aşırı kilolu insan dünyada neredeyse kalmadı, açlıktan nefesleri kokuyor insanların. Alkol ve sigara asırlardır kullanılıyor. Şimdi mi hasta etmeye başladı? Ne hareketsizliği insanlar koşturup duruyor akşama değin çoklukla? Kalıtımsal dı da şimdi mi ortaya çıktı?
Aldatmaca ve ihanet diz boyu. Bu açıklamalara sakın kanmayın. Ben size şimdi sebebini söyleyeceğim.
Kanserin geçenlerde okumuştum uyur vaziyette bekleyen yani onlarca yıldır görülmeyen bilmem 17 kadar çeşidi görünür olmuş son on yılda. Bu bir. Kanserli hücre dışarıdan gelmez herkesin kendi vücudunun ürettiği bir şeydir bu iki. Kalıtımsal olarak geçemez bu üç. Alkol ve sigaranın etkisi ciddi araştırmaları gerektirecek kadar şaibelidir bu da dört. Çünkü mesela ülkemizde akciğer kanserine yakalananların % 70’i sigara kullanmayanlardır. Tam aksine sigara içenlerin en az % 70’i kanser olmadan normal yollarla vefat etmektedir.
Bence…. bu bir sağlık önerisi değildir elbette ve açıklamalar sadece kendi fikrimdir, genetiği değiştirilmiş gıdalarla beslenen toplumların kaçacak yeri yoktur, kanser olacaklar, ölecekler ve dünya nüfusu 500 milyona doğru mecburen gerileyecek. Yani bu öldürüş tesadüfi değil planlı. Covid aşısı diyeceğim ama sanırım bir sonraki versiyonu daha kanser edici ve öldürücü olacak. (Genetik kanser aşısı çıktı mı korkun yani) Şimdi çok iddialı olmamak lazım. Yine de aşı üzerindeki şaibeler hala kalkmış değil, üstelik dünyada sayısız mahkemede hala aşı üreticileri hesap vermekle meşgul.
Marketlerdeki gıdalar, makyaj malzemeleri yatak örtüleri, yastık süngerleri, gömlek kumaşları, süt tozları, alüminyum kılıflı içecekler, suni etler, aeresoller, parfümler, kremler, diş macunları, uzun ömürlü sütler, sahte ballar ölüm saçıyor, kanser ediyor.
Küresel ısınma yanlarıyla bizleri kandırıp havadan ilaçlıyorlar (Chemical Trails ne demek internetten araştırabilirsiniz ve Kyoto protokolüne, Paris İklim anlaşmasına hangi ülkeler neden imza atmış bakabilirsiniz) Havadan tebeşir tozu bırakıp tahıllarımıza, tenlerimize yapıştırıyorlar.
Egzozlardan, gürültüden, stresten, ekonomik buhranlardan, terörden, korkudan, şehir karmaşasından, evimizi boyadığımız plastik boyalardan… hasta ediliyoruz.
Kullandığımız her ilaç bir yerimizi tedavi ederken vücudumuzu zehirleyip öldürüyor yavaş yavaş. Tıp dediğimiz şey artık hastayı müşteri gören bir tuzak olması yanısıra doğu tıbbını yani doğal müdahaleyi yasaklayan ilaca ve ameliyata dayalı bir yöntem.
Estetik ameliyatlar…. botokslar, merdiven altı ilaç, parfüm, rakılar…
İnternetten satış yapan menşei belirsiz gıdalar, giyecekler, çocuk oyuncakları….
İnsanı gam, duvarı nem yıkar derdi babam rahmetli. bende diyorum ki stresle mücadele etmeyi öğrenmek gerek tez vakitte. Çünkü tüm hastalıkların ilk sebebi stres. Bu çağın hastalığı genetik gıdalarla birlikte.
Ekonomik darboğazlar nedeniyle, çünkü ısrarla fakirleştiriliyoruz, ucuz ve adi mallara kanalize edildikçe kanser olma ihtimalimiz de artıyor. Sağlıklı ve dengeli beslenemiyoruz, barınamıyoruz uygun şekilde, ısınamıyoruz çünkü faturalar el yakıyor.
Hijyene önem vermiyor, sağlığımızı ihmal ediyor, bile isteye ama mecburen kötü şart ve ortamlarda sigortasız çalışmaya mecbur kalıyoruz.
Dertliyiz, içimize atıyoruz. İç hastalık derdi eskiler, işte o haldeyiz.
Mutsuzuz, gülmeyi unuttuk. Neşemiz, enerjimiz, yaşama hevesimiz tükendi. Malum bunlar iyileşme için şart olan faktörler.
Okullarda yeterli ve gerçek eğitimimiz yok sağlıkla ilgili. Sağlığın en baş kurumları şaibeli. İthal, cahil doktorlarımız var.
Tıp fakülteleri çoğaldı ama hocalarımız azalıyor. Eğitim kalitesi düştükçe kanserle mücadele şansımız da azalıyor.
kanserle mücadelede alıştırıldığımız kemoterapi yöntemlerinden başka bizlere tedavi şekli önerilmiyor. Oysa dünyada sayısız örnekleri var bunun.
Sadece 50 yaş altı değil, sadece çocuklar veya yaşlılar değil hepimiz risk ve tehdit altındayız. Dünyanın başta gelen sağlık örgütleri de gerçeği söylemiyor. Sokak efsanesi ama ben gerçekliğine inanıyorum, bir yerlerde birileri kansere müdahale için gerçek bir tedavi şekli bulmuştur bile. Ama bizlerle paylaşmıyorlar. Çünkü bilhassa yaşlı nüfusun ölmesini istiyorlar.
Tıp ilmini estetiğe yönlendirip şekle ve ten güzelliğine odaklanıyorlar. Cerrahlar yurt dışına kaçıyor, kaçırtılıyor bile isteye. Film çekimleri için aylar sonrasına veriliyor randevular ve tespitte, tedaviye başlamada geç kalıyoruz. Tedavi de önlemek ve iyileştirmeden ziyade acıyı azaltmaya yöneliyor mecburen.
Bence siz siz olun stresten, suni gıdalardan, kanser yapıcı boya, malzeme, renklendirici, tatlandırıcılardan, sentetiklerden, GDO’lulardan kaçının. Mümkün mertebe temiz havaya çıkın, sahilde dolaşın, dağ havası alın.
Egzozdan, telaştan, kederden uzak durun alabildiğince. Gazeteden, ajans haberlerinden uzaklaşın.
Kendinizi ve çevrenizi eğitin.
Yapay zekaymış, 5G röleymiş fersah fersah kaçın. Röleler öylesine şaibeli ki Avrupa’da sayısız röleyi insanlar devirdi, yaktı, protestolar başlattı. Biz hızlı internet sevdasıyla aşığız…
Amerika’da meşhur bir antibiyotik markası beşten fazla kez tazminata mahkum edildi insanları kanser ediyor diye. Ülkemizde ise o marka en çok satanlar listesinin başında. Bu haldeyiz. Merak edenler Soner Yalçın’ın KARA KUTU kitabını okuyabilirler.
Bilim insanları, yani tıp doktorları ekranlarda malesef doğruyu söylemiyor. Tıpkı Covid vakası gibi aldatıyorlar, saklıyorlar, tereddüt yaratıyorlar, akılları karıştırıp korkutuyorlar.
DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) sarımsak ve sigarayı yasak etmişti hatırlarsanız pandemi zamanı. Oysa durum tam tersiydi. Şimdi kanser için gösterdikleri gerekçelere de o gözle bakın. Ekranlara çıkıp kanser hakkında atıp tutanlara bakın, ne dediklerine ve ne demediklerine. Anlarsınız ne taraftan olduklarını.
İşin özü planlı bir şekilde hasta ediliyor ve öldürülüyoruz.
Küresel yeni dünyanın acımasız yönü bu. Madalyonun arka yüzünde planladıkları hain oyunları, can kurtarma bahanesiyle tatlı kaşığında sunuyorlar. Önerileri can yakıyor ve tesiri hemen belli olmuyor. Bu sayede şüphe dağılıyor ve mesela beş sene sonra o insan ölünce kendileri aklanmış oluyor. Bu cinayetin zamana yayılmış hali. Ama kanun önünde suçlu sayılamıyorlar çünkü tıp teknolojisi de ellerinde olduğu için haklarında delil üretebilecek başkaca bir kurum yok.
Ellysium gibi sahte bir cennet hayalleri malum. Burada modern tıp aletleri kullanacakları da kesin gibi. Ama bizlerle paylaşmıyorlar, paylaşmayacaklar. Bizler tedbir üretmekten de aciz olduğumuz için ölmeye devam edeceğiz. Çünkü her şey onların tekellerinde. Hangi hastanenin ne yapacağına, hangi tıbbı uygulayacağına, hangi dersleri göstereceklerine bile onlar karar veriyor. (Soner Yalçın, Kara Kutu)
Bu yüzden doğal olmayan gıda, malzeme, iş, oluş ve ortamlardan kaçının, stresten uzak durun. Reklamlardan uzaklaşın. Dizilerin cazibesine aldanmayın. Estetik ameliyatlardan sakının, ucuz parfüm kullanmayın, marketten alırken arka yüzleri okuyun, köy mantığıyla yaşayın, yoğurdunuzu, tarhananızı kendiniz yapın elden geldiğince. Sayısız pahalı çiçeğe paralar saçacağınıza balkonda domates biber yetiştirin.
Memlekette doğal tohum kalmadı inanırsanız. Her taraf F1, F2 tohum dolu. Bol verimli, cazip, kurt bile yapmıyor. Tekrar ediyorum zararlı sinekler bile dadanamıyor, haftalarca dalda kalıp bozulmuyor, dolapta haftalarca saklayabiliyorsunuz…. ama doğal değil, adeta plastik. Ve biz onları midemize indiriyoruz. O sineklerin yemediği ürünü biz rızamızla yiyoruz. Denemesi bedava bir domates koyun yere, bakın karıncalar bile dokunmayacak. O halde biz neden yiyoruz? neden yiyoruz da kim bizi hasta etmek istiyor? Elmalar, pazardan aldıklarınız dışı cilalı, parafin. Haftalarca depolanabiliyor, yıkasanız da çıkmıyor ve zehirli. Yiyoruz, kanser oluyoruz, sonra neden hasta olduk diye düşünüyoruz.
Daha onlarca örnek verebilirim. Siz de biliyorsunuz zaten.
Bu arada diyet programlarına, yemek yarışmalarına da sakın aldanmayın. Doğal ve dengeli beslenin, ne bulursanız yiyin ama hareket edin, yürüyün, spor yapın, iş üretin. Temiz havaya çıkın, çalışın. İsraf etmeden bol yiyin, bol çalışın, bedeniniz sıfır beden olmasın ama güçlü kuvvetli olun ki çalışabilin. O zayıflama ilaçlarından ve enerji verici içeceklerden de zinhar uzak durun. Çünkü içlerinde ne olduğu belli değil.
Demeyim diyorum ama söyleyeceğim; mesela kalsiyum alıyorsunuz vücudunuza, başka gün ne bileyim demir, diğer bir gün rastgele bir vitamin, öbür gün magnezyum. Zinde ve parlak olacaksınız diye bedeninize zarar veriyorsunuz. Çünkü metabolizmanın dengesi bozuluyor, bir organınız o sırada tahrip oluyor fazlalıktan veya yan etkisinden. Doğal beslenirseniz bedeniniz zaten o açığı kapar merak etmeyin.
Botoks yaptırıyorsunuz kalın ve şiş dudaklarınız, göğüsleriniz olsun diye… yapmayın. O ilaçların yan etkileri azımsanamaz.
Metastaz malesef kanserin başkaca yerlere bulaması demek. Tıpkı toplumumuzdaki cehalet, zulüm, ahlak zafiyeti gibi kanser vakaları da hızla yayılıyor.
Bu arada bu saydıkların dışarıdan vücudunuza kanser hücresi nakletmez, sizdeki hücreyi uyandırır. Bunu da bir not olarak aklınızda tutun. (Kanserli kan almadığınız sürece.) Yeri gelmişken küresel ağabeyler iki ayda bir kanlarını genç ve sağlıklı olanlarla değiştirir. Bu da aklınızda kalsın.
Öğretmenler, anne babalar, devlet büyükleri lütfen eğitin, öğretin, engelleyin, satın almayın, kanmayın, zehirlenmeyin, hasta olmayın.
Benden demesi.