Araba sevdası
Araba Sevdası, Recaizade Mahmud Ekrem’in 1896 yılında Servet-i Fünûn mecmuasında resimli olarak tefrika edilen, 1897’de kitap halinde yayımlanan ve Türk edebiyatında ilk realist roman örneği kabul edilen romanıdır. Ama konumuz elbette o kitap değil; gençlerin ve daha geniş çerçevede insanımızın araba sevdası.
Arabalar insanları bir yerden bir yere emniyet ve konforla götürmek, zaman kazandırmak, yük taşımak için vardır. Ancak bu acımasız sektör öylesine canlıdır ki her ay neredeyse bir yenilik, yeni model veya teknoloji üretilir ve piyasa daima canlıdır. Maliyetler yüksek olduğu için de ikinci el arabalar bile gençlerin, yeni evlilerin hayallerini süsler.
Renkler, lastik cantları, navigasyonlar, farlar, tamponlar daha cazip kılmak için değiştirilir ve peynire gelen fareler gibi insanlar neredeyse her yıl araç yeniler… parası olanlar tabi. vergiler ne kadar yükselse de. Çünkü araba, ithal araba, pahalı araba, modifiye edilmiş araba…. üst sınıfın sembolleri arasına girmiştir çoktan da o yüzden.
En üst seviye arabayı terk edip helikoptere terfi etmiştir ama toplum hala arabada kalmıştır. Limuzin mesela filmlerde görülür ancak. Klasik arabalar fuarlarda. Ama hayallerde daima vardırlar.
Neyse!
Araba almak için borç harç para biriktiren, kredi alanları anlayabilirim. Yarın bebek olacak , üşütmeyelim diye… olabilir.
Gençlerin ses düzeni, kısa amortisör, parıltılı boya kaplaması, gürültülü egzoz, boya cilası, far takviyesi tutkusunu anlamakta zorlanıyorum. Ülkede motor modifiyesi yasak. Ama diğerleri ruhsata işletmek kaydıyla serbest. O serbest olanlara da acayip bir ilgi var.
Araç bedelinin iki katına takılan ses sistemleri biliyorum. Neden? Sokaktan geçerken sonuna kadar ses versin, camlardan dışarıya küfür gibi gürültülü müzik yükselsin diye… kızlara nasıl bir hava atılacaksa?
Egzozlar mesela …. son derece gürültülü, bağırıyor….
Drift yapıyor gençler, el frenleriyle, lastikleri yakarak, kazalara davetiye çıkartarak….
Heyecanı, tutkuyu anlayabilirim ama ölüme meydan okumayı anlayamıyorum….
İki tekerlekli şeytan araçlarını da anlamıyorum, sürat motorlarını…. kasksız biniler, 320 kilometre hız yapan, hatayı affetmeyen… adrenalin uğruna.
Dört teker sürat yapanları da anlamıyor ve haz etmiyorum.
Parıldayan araba kaplamaları var mesela, rengarenk. Pembe bile gördüm. Yaldızlı. Bir insan bu arabaya neden biner ki? neden kaplatır? Başka renk mi yok sanki?
Çoğu meraklı insan erkek, bayanlarda çok rağbet yok bu işe. Gençler de adı üstünde delikanlı. Akıllı kanlı olsalar zaten yapmayacaklar. Geçici heves belki ama paralarına yazık, gençliklerine de.
Etrafa verdikleri rahatsızlığı saymıyorum bile. O toz, gürültü, tehlike…. zararlı haşereler gibi.
Pasta cila… üstü üste. Kat kat parlıyor…. Renkli farlar, göz alan… Karşıdan gelen aracın gözünü alması umurlarında değil. Yahu o adamın gözü şaşı olursa gelip sana çarpacak?!
Cantlar… tanesi 10 bin liradan fazla….
Hadi gençler yaptı, bindi, delilik ediyor, kumar oynuyor. Ya yanlarındaki yeni yetme kızlar? Canlarını bir başkasının deliliğine teslim ediyorlar sükse uğruna. Anneleri bakkala yollamazken karanlıkta, onlar ecelle düello yapıyor başkasının aracında.
Kasksız motorla sürat yapan erkeklerin selesindeki kasksız kızlar. Size ne demeli? Canınız bu kadar mı kıymetsiz?
bence… can kıymetli. Sizi bilgisayar oyunlarıyla kandırıyorlar “HERKESİN SADECE BİR CANI VAR.”
Araba sevdası evet, bir yere kadar heyecan verici ve güzel. Ama fazlası zarar. Risk almak hepten zararlı, etrafı rahatsız etmek, kuralları hiçe saymak ta.
benden demesi.
Kültür kopyacılığından bir an önce geleneklerimize ve milli kültürümüze dönmekte fayda var…. Hem milliyetçi hem kopyacı olamazsınız. benden duymuş olmayın.
Gelin bu saçma gürültülü şeylere para harcayacağınıza, klasik araba koleksiyonu yapın mesela….
Hele bir de amortisörleri kesmiyorlar mı? Çıldırıyorum. Kazaya resmen davetiye!