Anlamak
Anlamak idrak etmek demek, söylenen sözün manasını yakalamak, yorumlamak, o yorumu bilinçle onaylamak, zihinle kabullenmek, hayata yansıtmak üzere benliğe uydurmak, farkına varmak demektir. Yani rastlantısal değildir, aklın ürünüdür, tarafsız ve gerçektir, deliler istisna olmak üzere aklı olan herkes için farz mahiyetindedir.
Anlamak lazımdır çünkü iletişimin olmazsa olmazıdır ve insan olmanın gereğidir.
Anlamak, başkalarının anlatabildiği kadardır. Bizim bildiklerimiz de karşımızdakine anlatabildiğimiz kadar.
Anlamak için zihinde boş yer olması yanısıra anlamaya hazır olmak gereği vardır. Hazır ve razı değilsek…. anlamaya çalışsak da anlayamayız.
İnsanları, olayları, haberleri, dünyayı anlamak ise sanattır.
En yakın arkadaş veya dostumuzu anlamakta zorlanırken…. hayatı anlamamız ne kadar mümkündür? Anlamanın kıymetini anlamadan, anlamaya çalışmak ne kadar komik? İşimize geleni anlarken, diğerlerini duymazdan gelirken anlamaya direnmiyor muyuz?
Anlayışsız bir toplum olmamız bu gerçeğin meyveleri değil mi? Çoğu kırgınlıklarımız bir birimizi anlamadığımız için değil mi? O sokaklardaki şiddetlerin en az yarısı durumu anlamadan acele karar verdiğimiz için değil mi? Dostlarımızla ilişkilerimizi ve küslüklerimizi düşünün…. anlasak, anlamaya çalışsak küskünlükler olur muydu?
Eşler birbirini anlıyor mu? Anneler evlatlarını, patronlar çalışanları, yolcular şoförü, insanlar evcil hayvanları, zenginler fakirleri anlıyor mu? Anlayabiliyor mu?
Anlamak…. aklı devreye sokmak demek. Anlamak akılla onaylamak demek. O halde sorgulamak işin vazgeçilmezi, araştırmak, merak etmek, perde arkasını görmeye çalışmak, gösterilenle yetinmemek… Yapıyor muyuz?
Aklı kenara koyduğumuz için, samimi olamadığımız için, aklımız başka yerde olduğu için, timsah göz yaşları döktüğümüz için anlamıyoruz…. ama başkalarının bizi anlamasını bekliyoruz beyhude yere.
Nafile anlamamaklarla geçiyor ömrümüz. Anlamadan, bilmeden kararlar veriyoruz hem de kızarak. Sebepleri, sonuçları aynı paralelde buluşturamıyoruz. Araştırmacı değil ruhumuz. Tembeliz, gösterilenle, söylenenle yetiniyoruz.
En ciddi manevi konuları Hoca diyor ki diye bağlıyor, siyaseti ekranlara, tarihi dizilere yaslıyoruz. Güdük kalıyor pek çok yanımız…. anladığımızı sanıyoruz ama anlamıyoruz aslında.
hayatı anlamak mesela… kolay bir şey değil. Çok yüce bir ruh, müstesna bir motivasyon ve konsantre, gören bir göz, inanmış bir kalp, duru bir zihin ister… kuru kuruya anlaşılamaz hayat. Koşturmacadan, yağmurdan ibaret kalır. Oysa hayat çok farklı ve derin… dostluklarımız gibi, neden bu dünyaya geldiğimiz gibi.
Tabiatı, kainatı, bedeni anlamak kolay mı? Kafa yoruyor muyuz? Yoksa bakıp geçiyor muyuz rüzgara, sele, depreme, batan güneşe?
Anlamaya çalışmazsak, başkaları da bizi anlamaya çalışmaz.
Anlamadan gayret etmek, nafile emektir. Meşgul olmak ve çalışmak arasındaki fark da budur.
Ailenizi, dostunuzu, eşinizi anlamak istiyorsanız gözlerine bakın, ellerini tutun, sözlerine kulak verin başka şeyle ilgilenmeden… Ne dediğine, neyi söyleyemediğine, sesinin nerelerde titrediğine, gözlerine ne zaman kaçırdığına, beden dilinin haykırışlarına, ellerinin titremesine…
Sizi anlamalarını istiyorsanız samimi olun, dürüst olun, dostunuza açılın sadece. Derdinizi tam anlatın, beden dilinizi kullanın takviye olarak. Gözlerinizle, kalbinizle konuşun.
Toplumu anlayın, toplumun sizi anlamasına çalışın. Ailenizi anlayın, endişelerini, beklentilerini… Ailenizin sizi anlamasını sağlayın karşılığında…
gerçekleri ortaya koymanın şartı anlamak, anlaşılmaktır. Anlama olmazsa gerçek olmaz, gerçek olmazsa ilişkiler, olaylar, ameller yalan ve yanlış üzerine inşa edilir ki ömürsüzdür.
Hayatı anlarken beşeri ve manevi oluşu birlikte anlayın, bugünü ve yarını, inancı ve yaşamı, maziyi ve geleceği, iç sesimizi dış sesimizi, ruhumuzu nefsimizi…
Anlamak affetmek için de önemli, yardım etmek için de…. tahammülsüzlüklerin çoğu sebebi anlamamak.
Yalnız kalmak istemiyorsak… sevilmeyenlerden olmak istemiyorsak, anlaşılmak ve saygı görmek istiyorsak…. kendimizi anlatmayı da öğrenmeye mecburuz.
İlişkilerimizde yalana, saklıya yer olmamalı… ilk günden samimi olmalı, mertçe itiraf etmeliyiz varsa hatalarımız… kırdıysak , haklıysak direnmeli, suçluysak özür dilemeyi bilmeliyiz.
Gelin… anlayalım birbirimizi. Eleştirmeden, yargılamadan, ön yargılarımızdan arınarak. Kendi açık ve ayıplarımızı göz ardı ederek eleştirmeyelim dünyayı acımasızca. Kimse kusursuz değildir.
İnsanları olduğu gibi kabul edelim, anlayalım… Göründükleri ve oldukları gibi, olmalarını istediğimiz veya görmek istediğimiz gibi DEĞİL!
İnançları da anlayalım, ayrılıkları da, aykırılıkları da ama bunların bizi kutuplaştırmasına imkan vermeyelim…
bence.