Altta kalanın canı çıksın
Eskiden oyun oynardık. Uzun eşek. Ben hayatı bu oyuna benzetiyorum daha doğrusu hayatımızı. Zayıfların, çalışanların, dürüstlerin, sıradan insanların üzerine basarak yükselmiş, katmanlar oluşturmuş bir toplumuz. Çoğumuz çalışıyor ekmek parası için, bir avuç insan ise çalışmadan, o çalışanlar sayesinde mutlu mesut yaşıyor. Geçim derdi olmayan, çalışmayı hiç düşünmeyen, her türlü nimetten faydalanan bu bir avuç insan şöyle düşünüyor; Altta kalanın canı çıksın.
Herkes kendi çapında alttakileri ezmeye çalışıyor. Sadece maddi anlamda değil her bakımdan.
Mesela çocuklarımızı…. canımız sıkkınken televizyon seyretmeye gönderiyoruz onlarla oynamak yerine. Kabahat işlediğimizde en yakınlarımıza bile suç atabiliyoruz. Yakınlarımızın alın teriyle kazandıklarından nimetlenmek istiyoruz emeğimiz olmadığı halde. Kiracımızı eziyoruz rahat yaşamak için yüksek kiralarla. Arabayla tıkadığımız yolu düşünmeden sokağa bir an önce dönmek istiyoruz bencillikle. Çamur atıyoruz sulu caddeden hızla geçerken yayaları düşünmeden. Bana ne’cilik ve bencilliğimize diyecek yok.
Enflasyon üzerinden örnek vererek gidelim. Hayat pahalı diye bağırıyoruz. Evet, pahalı. Ama neden? Kendimiz buna sebebiz de o yüzden. Açıklayayım; fırıncı ekmek yapıyor, artan maliyetleri bahane edip ekmeği 1 lira zamlandırıyor. O fırına un satan adam ekmeğin fiyatı artınca un fiyatını 10 kuruş zamlandırıyor. Bakkal ekmeği satarken, lokantacı ekmeği masaya servis ederken 2 lira ekliyor üzerine. Yemek fiyatları toplamda ve bütün kalemlerde artınca o müşteri kendi dükkanında bu defa domatesi 2 lira zamlandırıyor. Yandaki kasap domatesin arttığını görünce ete 5 lira zam yapıyor. Fırıncı akşam eve giderken etin ve domatesin zamlandığını görüp, artan un fiyatlarını bahane edip ertesi sabah ekmeği 1 lira daha artırıyor. İki gün önce 5 lira olan ekmek iki gün sonra 7 lira oluyor. Bu çark böyle sürüp gidiyor, alım gücünü aşana, ya da yasayla engellenene kadar.
Ev fiyatları mesela. Kredi faizlerine, talebe, inşaat maliyetlerine bağlı olarak ev sahipleri fiyat artırıyor. Kiralar yükseliyor, bankalardaki mevduatlar düşüyor, döviz artıyor, ev fiyatları bir kez daha artıyor, altın bozduran ev alıyor, altın düşer gibi oluyor, evler pahalanıyor, kiralar artıyor, ev satan bu kez fiyatı düşük diye altın alıyor. Altın yükselince döviz iniyor, evler artıyor, birbirine bağlı sistemler toplamda sürekli yükselirken, dar gelirli için altın, döviz, kira ve ev almak hayal oluyor. Ama… bu saydıklarım artınca bu kez domates, ekmek ve yumurta fiyatları da artıyor. Bu defa yoksul patlıcanı pazardan taneyle almak zorunda kalıyor.
Uzatamayayım… zincirleme bir reaksiyon bu. Zengin parasını oradan oraya taşırken, ufak riskler alsa da sürekli kazanıyor. Bu kazandığı para hayali değil, ufak yatırımcının, sıradan insanın bankaya koyduğu, maaşıyla satın aldığı şeylerde ettiği zararın getirisi.
Fakir artan fiyatlardan şikayet ederken her gün daha da fakirleşiyor. Dedik ya bile isteye fakirleştiriliyoruz.
İşin toplumsal yara olan kısmı şu; hayatta kalmak için, statü kaybetmemek, işsiz kalmamak için, daha da zenginleşmek için, fırsattan yararlanmak için…. daha fakirleri, muhtaçları, o malı almak zorunda olanları, sabit gelirlileri…. eziyoruz. yetmiyor karaborsacılık, hortumculuk, ihale fesatçılığı yapıyoruz, ilave hak edişler alıyoruz, dövize endeksli anlaşmalar yapıyoruz ve sokaktaki insanları hiç düşünmüyoruz. Yüksek maaşı olan sabit gelirliler dahi daha düşük maaşlıları düşünmeden mesela kiracısına % 100 zam yapabiliyor pahalılığı bahane ederek.
Ekonomi örnekleri veriyorum ama bu sosyal yaralar her alanda geçerli. Ölmemek için, kaybetmemek için herkesi feda ediyor, herkesi basamak diye kullanıyor, herkesten yükseğe çıkmak için başkalarının dizlerine, omuzlarına basıyoruz.
Otobüste ön koltuğu kapmak gibi, öndekiler sıkış tepiş binmeye çalışırken orta kapıdan sıra beklemeden otobüse binmek gibi…
Başkalarının emeklerini de çalıyoruz, projelerini de, hayallerini de. Bir hoca asistanının projesini sahiplenebiliyor mesela. Bir terzi moda fuarında gördüğü elbiseyi kopyalayabiliyor. Balık tutan oltacılar mesela küçük balıklar gelmesin diye kullanmaması gereken yemi kullanıyor başkaları tutamasın yahut kendisi daha çok tutsun diye. Bencillikle. Manav çürük mandalinaları dolduruyor poşete, elinde kalmasın diye, kakalıyor.
Fakirhaneye girmek için bile insanlar torpil arayıp hak yiyor. İnanması zor Hac ibadetine gitmek için insanlar torpil arıyor. İşe girebilmek için… etek boyları kısalıyor mülakatlara giderken… Yahut sakallar uzatılıp, ele tespih alınıyor muhafazakar görünmek için. Bilmem ne partisine üye olunuyor sınava girerken. Hak eden başkalarıyken…. haklar yeniyor. O hak sahibi işsiz kalırken, hak etmeyen oturuyor işin başına.
Ortaklar mal ve para kaçırıyor ortağından. Komşular çöpü komşusunun bahçesine, ya da evinin önüne atıyor. Başkasının elektriğini kaçak kullananlar bile var. Denizi daha rahat görsün diye kaçak kat çıkanlar var, arkadaki komşusunun manzarasını kapattığını bile bile.
Azgın köpek besleyenler var, havlayan sabaha kadar. Komşusu korkmuş, sesten uyuyamamış, çocuklar sokağa çıkamamış oynamak için umurunda değil.
Yazlığın ağaç dalları komşusuna dert olmuş umurunda değil. Trafikte canavarlaşmış, dünya umurunda değil.
Kızları evlenme vaadiyle kandırmış, yalana müracat etmiş… yalancı şahitlik yapmış…. canlar yanmış ama o mükafatını almış her kimden alıyorsa.
Hakim, dosyayı tam okumadan karar vermiş eve erken gidip maç izlemek için, avukat satın alacağı yatın hayaliyle vekilinin haklarını savunmamış yeterince…
Öğretmenler dersi hızlıca özetlemiş, yahut rapor almış elbise indirimine gidebilmek için…
O en alttakiler olmasa sistemin hiç bir basamağı ayakta kalamaz.
Ama o en alttakiler bunun farkında değil, çaresizlik ve bilgisizlikle çalışıyorlar durmadan. Yukarıdakiler rahat etsin diye yarı aç yarı tok çalışıyorlar. kapitalist sistem en çok işçilerden korkar. lakin işçiler güçlerinin farkında değildir.
Memurlar sistemin arşivleri, yürütme organlarıdır. farkında değiller.
Alttakiler feryat etmeyi bile düşünmediği için de üsttekiler mesut yaşamaya devam ediyor.
Alttakiler omuzlarına basan adamlar canlarını acıtsa da, mobing uygulasa da, taciz bile etse ses edemiyor işsiz kalmamak için.
Alttakilerin teri, üsttekilerin viskisine buz oluyor.
Bence.
Sadece onlar değil dedim ya hepimiz kendi ölçümüzde eziyoruz altımızdakileri. Ev sahibi kiracı örneği gibi. Asgari ücret alan evli çifti iki misli kiraya mecbur ediyoruz. Ya öde ya çık diyoruz. Şantaj bu. Evli çift ne yapsın… çıksa bela, çıkmasa bela. Düğün takılarını bozdurup bir kaç ay idare ediyor. Sonra krediler, borçlar, sonra tatsızlık, açlık ve boşanma. Ne oldu? Ev sahibi para kazandı. Kazandı mı? Hayır! O da aldığı kirayı yüksek fiyatla satılan ete harcadı, peynire verdi.
Kazanan kim peki? Tepedekiler!!!!!
Bir de tepedekilerin kazandıklarından komisyon alan, pay alan saklı seçilmişler!??!?!?!?!
Bence insanlar şefkatli. merhametli, vicdanlı olmak zorunda. Çünkü attıkları her kazık, artırdıkları her bir fiyat yol, su, elektrik olarak kendisine geri dönüyor. Bu yüzden enflasyonun yarıdan fazlası psikolojik.
Olan… en alttaki dar gelirliye, engelliye, yaşlıya, fakire oluyor. Çalışanlar can çekişiyor.
Toplum olarak çöküyoruz bu yüzden, üretim bitiyor. Üretim olmayınca ithalat başlıyor, sonra bir kez daha fakirleşiyoruz.
Sistem böyle sürüp gidiyor.
Kendi gemimizi kendimiz baltalıyoruz açlıklarımızla.
Son kullanma tarihi gelmiş mallara indirim yapıyor marketler, fakirler ucuz diye alıyor. Zengin malını satıp, deposunu boşaltıp para kazanırken, fakir sağlığını kaybediyor. Sezon sonu elinde kalmışları sözde yarı fiyatına satan mağazalar, o elbiselerden yine kar ediyor. Demek ki normal zamanda fahiş fiyatla satıyorlar. Düşünmüyoruz? Sezon sonu malları satıp sermaye yapan mağaza sahibine karşılık ucuza aldım sanan müşteri, altı ay önceden parasını kıyafete yatırıyor.
Bakkal sigara zamlanacak diye stok yapıyor. Taksici indi bindiyi 50 lira yapıyor….
Birbirimizi kazıklıyor, eziyoruz…. uzun eşek oynar gibi.
Benden demesi.
İlgili içerik; Yeni Dünya Düzeni ve Büyük Sıfırlama